BENDEN SİZE BİR HİKAYE

 

 
 DİPSİZ KUYU

   Saat 10.00. Şimdi söner ışıklar. Hala söndürmediler. Hah şimdi söndü işte. Üç dakika; tam üç dakika geciktiler. Böyle bir şey hiç olmamıştı. Hoşlanmadım bundan kuralları ve tekdüzeliği severim ben. Her gece olduğu gibi karanlığın getirdiği ani bir sessizlik oldu. Bunu horlamalar ve yavaş soluk alıp verişler takip etti. Bulutlu havadan dolayı içerisi ay ışığıyla pek aydınlanmıyordu bu gece.  Pencere rüzgârın uğursuz fısıltılarını içeriye taşıyordu. Rüzgârdan hep nefret etmişimdir. Göz yuvalarımı kuruyuncaya dek tozla doldurur, saçlarımı zehirli yılanlara dönüştürür o. Çeşitli boy ve şekilden birkaç genç beden, yataklarında döndü. Ranzalardan tiz gıcırtılar yükseldi. Ben nasıl yatarsam öyle kalkarım. Dirim de ölüm de birdir. Cesedim ile bedenimi yalnız ölüm meleği ayırt edebilir. Bununla övünürüm de. İnsan benim gibi olmalıdır: Düz dümdüz. Tüm ayrıntılarını ezberlemiş olmama rağmen ranzamın tavanına son bir kez sabit bir şekilde baktım. Sonra yavaşça kapattım gözlerimi. Pencerenin yanındaydı benim ranzam ve lanet güneş sabah oldu mu beni uyandırmak için en küçük ışık huzmesini bile kullanıyor. Göz kapaklarım yanmaya başladı yine. Göz kapaklarımı kırpıştırarak açtım gözlerimi. İçimden güneşe söverek doğruldum yatağımda, hoş ayı da sevmezdim ya neyse. Bu arada haşin nöbetçi boğuk sesiyle diğer öğrencileri uyandırmaya başlamıştı. Yatak örtülerimi toplarken göz ucuyla diğer oğlanları izledim. Ne kadar beceriksizlerdi öyle! Diş ve saç fırçamı alıp lavabolara doğru yola koyuldum. Lavabolar karşı bloktaydı ne saçmalık! Buranın mimarisini ancak zevksiz biri tasarlamış olabilirdi. Genel olarak dört koca silindir bloğun üzerine yerleştirilmiş cam bir çatıdan oluşuyordu. Her kata çıkan iki mermer tırabzanlı merdiveni üç balkonu ve geniş bir bahçesi vardı. Kısacası rezalet. Balkonlara zaten çıkamazdık. Süs havuzunun devridaim yapan suyu sidik kokardı. Hele bahçedeki kuşlar o kulak tırmalayan sesleriyle ötüp dururlardı. Lavaboya geldiğimde oraya kök salacak kadar bekledim. Nihayet sıra bana geldiğinde uyuşukça dişlerimi fırçalayıp, saçlarımı taradım. Kahvaltı için yemekhaneye indiğimde her zamanki yerimin boş olması beni memnun etti. Tabldot kahvaltımı alıp oraya geçtim. Genelde kimseyle oturmazdım. Onların aptalca söylevlerini duymak istemediğimi ve sivilceli çirkin yüzlerinden iğrendiğimi anlayınca beni kendi halime bıraktılar. Yalnız her yıl olduğu gibi bu yılda yeni sınıfların beni rahatsız edip etmeyeceklerini bilmiyordum. Korktuğum başıma geldi. Ve on dakika sonra bücürün teki karşıma oturdu. Bir buzul dağını andıran bakışlarla süzdüm onu. Sert ve soğuk... İğrenç bir suratı vardı. Orantısız gözleri tabağımdaki yumurtanın dağılmamış sarısına benziyordu. Burnu küçücüktü. Saçları kısa kesilmiş olmasına rağmen sarı bukleleri yine de dağınık görünüyordu. Bana güneşi hatırlattılar, yüzümü buruşturdum. “Yeniyim, merhaba.’’ dedi. Ona birkaç saniye daha baktım ve bakışlarımı dikkatimi ondan daha çok çeken kahvaltıma çevirdim. Ortak bir nokta bulmaya çalışır gibi “Ne hoş domatesler! Hem de kırmızılar.” dedi.  Ben de “Kan da kırmızıdır. ”dedim. Sustu biraz sonra devam etti. “Peki, sen hangi rengi seversin?” “Hiçbirini” dedim. Biraz da hışımla “Benim tek sevdiğim şey nefrettir.” deyiverdim. İyice keyfim kaçmıştı. Bir daha konuşmamak üzere kahvaltıma gömüldüm.  Biraz daha havadan sudan konuştu. Sonra o da kahvaltısına yöneldi. Şapırdatarak ve ağzı açık bir şekilde yiyordu. Tüylerim diken diken oldu. Ellerim karıncalandı. Ağzındakilerden bir dizi artık parça ellerime sıçradı. Yumruklarımı beyazlayıncaya kadar sıktım. Sonra sertçe çatalımı masaya koydum. İrkildi, ağzındaki son lokmayı yuttu. Daha da büyüyen o çirkin gözleriyle bana baktı. “Yeter, çiğnediğin iğrenç şeylerin ağzındaki daha da iğrenç olan devinimlerini görmekten sıkıldım. Ellerimde senin çiğnediğin her şeyin kalıntıları var.”diye bağırdım. Hızla kalktım taburem geriye savruldu. Kalktığım gibi koşar adım lavaboya gittim. Tuvaletlerden birine girdim. Sırtımı kapıya verdim ve bacaklarımı karnıma çekip yere oturdum. Soğuk fayanslar tüylerimi bir kez daha ürpertti. Kalbim deli gibi atıyordu. O an kalbimden de nefret ettim. Sonra aklıma tüm o nefret edilesi şeyler geldi. Öğürme isteği geldi içimden. Doğruldum; gözlerimdeki yakıcı gün ışığını, kulaklarımdaki rüzgâr fısıltılarını ve midemdeki kan kırmızı domatesten arta kalanları tuvaletin kara deliğine boşalttım. Rahatlayamamıştım bir şeyler vardı beni huzursuz eden. Oysa ne güzeldi her şey böyle. Hiçbir sorunum yoktu. Peki, neden bu kadar bunalıyordum zaman zaman? Deliğe yeniden bakınca sorumun cevabını buldum. Ben içini nefretimle doldurduğum dipsiz bir kuyuydum. Ve çok yakında boğulmaktı tek korkum.

Yorumlar

  1. hımm, karanlık, gizemli bir atmosfer var, bu haliyle biraz bilimkurgu, fantastik, gerilim havası taşıyor senin hayallerin, kurguların :) kelimelerin güçlü :) twillight zone, x files gibi :) bir yazar var, charles beaumont :) onda da böyle biraz dehşet var :)

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim. Dehşet iyidir, dinç tutar.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder