birkaç şey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
birkaç şey etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mart 2022 Pazartesi

ZİHNİMİN SESLERİ

 


KAFAMIN İÇİNDEKİLER

Ben biraz evvel söndüğü zannedilen ateşin ufak kıvılcımıyım. Yak de yakayım. Sonsuz geceyi kesecek tek makas bende. Bin bir derde deva ilaç bende. Bir tek kendime hayrım yok. İşte bu ıstırap çeken kalbime derinden saplanan bir ok…

Hayatın aptal büyüsüne kapılmış halde zaman nehrinin başıboş sürüklenen bir kayığında şelalenin sonuna varmaktayım.

Seviyorum o kadını. Onu bir başkası olamadığı için seviyorum. O ben, ben oyum. O bir papatyanın eşsiz taç yaprağı; bir aslanın kanlı, sivri ve parlak dişi... Zarif ve şeytani…

Hülyalara kapılmak eskisi kadar kolay değil. Mütemadiyen gelecekten korkmak adil değil. Öğrendiğim kelimeleri bir bir unutmak hiç hoş değil.

Neden bütün şarkılar aşk, sevgi, sevda üstüne? Neden mi? Açız çünkü anadan üryan doğduğumuz günkü gibi açız. Burada herkes ya aç ya açıkta. Bizde gönüller büyük cüzdanlar çok çok küçük. Bırakın bir şeye doyalım. Yaşama açız biz, diyorlar. Haklılar bence. İçmeden sarhoş olsunlar, para vermeden de mutlu. Göz yumun buna boşuna lakırdı yapmayın.

Gelecek, sen geldiğinde seni bekliyor olamayacağım çünkü muhtemelen farkına hiç varamayacağım. Bu kaçık dünyadan bir çıkış bir kaçış yolu var en azından. O da ölüm. Bekleyip görelim bakalım kim daha önce davranacak hasta ruhum mu ölüm meleği mi?

Güç, ucu keskin sanılan kör bir bıçaktır.

Durup düşünmeye vaktim kalmasın istemiştim. Oysa düşünce yoksa ben de yokum. Bu değilmiş sanırım istediğim.

Ne göz gözü ne de dudak dudağı yakar. İçimizde perçinlenen kıvılcım yalnız ruhtan çakar.

Yazarların buğulu düşlerinden kopup sayfalarda canlanan kadınlar; etten, kemikten, türlü ihtirastan, kibirden ve gizemden doğdular. Her biri içimde ayrı bir yere kondular. Korkak kuşlar gibiler: hep tedirgin hep tetikte… Güzellikleri gün geçtikçe deliliğin pençesine düşüyor. Her birinin gözleri öfkeli, ateş saçıyor. Saçları zehirli yılanlardan kıvrım kıvrım, kımıl kımıl… Sahi ya neden böyle bütün sevdiğim kitapların kadınları? Neden?

Bana tatlı olduğumu söylemeyi kesin. Ben acımsı bir çağladan daha tatlı değilim.

Dilimiz bize yaratıcı tarafından bahşedilmiş harika bir ödül ve aynı zamanda berbat bir ceza. Gerçi dilim olmasa bile düşüncelerim içimden sızardı benim. Belki toprak bir testiden sızan su gibi… Ya da gürüldeyen şelalelerin taşkın suları gibi dehşetle korkuyla…

Diyeceğim o ki; siyaset birkaç domuzun çamurun içinde devinimlerinden etrafa sıçrayanlardır.

Yalnızlığı arıyorum. Ya bulursam ne olacak bana? Bana ve kafamın içindeki yerleşik eşrafa… Büsbütün azacaklar herhalde. Belki dışarıya çıkmayı dener şerefsizler.

Kolay bulunmayan bir nimet sessizlik… Ama nasılsa ona da şükretmeyi bilmez nankör ruhum.

Acı çekmeyecek ve çektirmeyecek bir yaşta ölmek istiyorum ben. Huysuz, aksi nenelerden olmaksa asla… Bu dünyada bir asır yaşamak uzun dönemde parlak kelepçelerden farksız… Tutsaksın bir şekilde ama yaşama içgüdün bunu anlamlandırmana fırsat vermiyor. ‘Uzun bir yaşam mı?’ ne güzel deniyor. Sim, pul, yalan ama sanki tapılası dünyan… Kendimi tatmin ettiğim bir hayattan elimi eteğimi çekmekten hiç çekinmem. Ölüm diliyorum.

Ben Kaf Dağı’ndan geldim, yorgunum. İplerde sallandırdılar acıyor boynum. Devlerle kol kolayım bu benim alayım. Yürüyoruz tepelerin ardına.

Ben, kısa ömürlerinde hür kelebekler kadar şanslıyım. Çivisi çıkmış dünyanın en şanslı insanıyım. Keder ve acı şu ana dek kapımı hiç çalmadı. Gökten inen nimetler hep elimde avucumdaydı. Öyleyse neden ruhumun dikişleri patlıyor. Ben mi sığamıyorum içine, o mu bana sığamıyor? Kulaklarım eksik işitir, gözlerim görmez oldu. Geçen göğe baktım anlamadım neden yarım. Ruhumda çınlayan dizeler, inleyen ağıtlar var. Şiir, kitap, resim, sanat hiçbiri kurtaramıyor beni. Gönlümde hüznün yakıcı sırrı var. Derdime çare aramıyorum, arasam bulamıyorum. Ben nerede yitirdim kendimi, bir türlü bilemiyorum.

Gözlerini sıkı sıkı yumup kulaklarını tıkama sakın. Belki öğrenmeyi hırsla reddettiğin şey en çok arzuladığındır. Kim bilir?

Kurallar gelişmişlik düzeyi fark etmeksizin pek çok canlının görünmez gemleridir. Her şey onları esnetmek ve kopartmak ister. Ancak yalnızca yeterli asilik ve asabiyet onları yenmeye yeter.

Ben henüz kendimi anlamamışken beni anlamaya meraklı bunca insan neden?

Seçmesini bilen için kitabın çok hoş meziyetleri vardır ama elbette her nimet bir zahmet karşılığında elde edilir.

Ben, ruhum ve türevlerim yeterince mutluyuz. Sırada diğerleri var, onlar için yaşıyorum. Ben; şansla, şansın içine doğan ben söz verdim. Paylaşmaya, kurtarmaya, yükseltmeye, yüceltmeye söz verdim. Sözümü tutmak için yaşayacağım. Bunun için buradayım. Dünya’da başka bir işlevim yok.

Her dize bir öncekini unutturacak kadar kuvvetliyse o dizelerin ayakucunda marifetli bir şair yatar.

Beni affet bugün günlerden pazar. Hüznün zehri içime akar azar azar. Beni affet çünkü gök mavi ve bulutlar beyaz. Beni affet ömrüm zannettiğimden de az.

Şu nahoş gezegenin yıkık duvarları arasında kalmış zavallı bir kızım ben.

Yollar, sözler, dertler, devalar, türlü türlü cefalar her biri benimdir.

İhtimaller silsilesi sadece berbat zamanlara özgü olarak gerçeğin kendisinden daha kötü olabilir.

5 Temmuz 2021 Pazartesi

BANA DAİR

BİRKAÇ BİR ŞEY

  Ölmek istemek kolay ve ölmek ne yazık ki zor. Tanrının verdiği canı alamam. Gücüm yetmez buna. Ama şayet bir gün yeterse göğüs kafesimi yırtarak açacağım. O içimdeki bütün huzursuz kuşları göğe salacağım.

İnsanlar biyolojik pek çok açıdan kusursuz bir işleyişe sahip. Etten, kemikten, kastan oluşan ve durması gerektiği yere kadar tıkır tıkır işleyen harikulade bir makineyiz. Ama övünemeyeceğimiz bir yanımız var. Damarlardan, organlardan, kaslardan, kemiklerden ve bağ dokulardan oluşan kalın duvarın arkasına gizlediğimiz ruhumuz bu yanımız. Genellikle bizler mükemmel vücutlarımız içinde karanlık ruhlarımızı saklıyoruz. Orada içimizde bir yerlerde her şeyden ve herkesten uzakta korkunç bir karanlığımız var. Ve o randevu vermeksizin gün yüzüne çıkabilir. Bunu bilmek bence biz insanları epey tedirgin ediyor. İçimizde bizden başka bir şey olması düşüncesi bile rahatsız edici. Ama derinlere gömülü bu şey kendini sık sık hatırlatır. Belki de bu istemediğimiz ve yabancı gördüğümüz tarafımız sadece içgüdülerimizden ibarettir. Kim bilir?

Düşünceler ve beraberindeki kelimeler insanları ya deli yapar ya da dahi. Ben delilik yolunda artık adım atmıyorum adeta koşuyorum. Düşünceler bazı kişileri zirvelere taşır. Benim yoğun kokuşmuş fikirlerimse beni mahzenlere kapatır. Her konuda detaylandırılmış bir fikrim vardır benim. Çılgınca memnun olurum bundan. Normal değilim galiba. Hemen sevinmeyin. Siz de değilsiniz. İyi ki korkularım ve kötü huylu arzularım içimde topraklar altında saklı. Onları itinayla gömüp çürümeye bıraktım. Yoksa aman aman süper kahramanlar bile gelse kurtaramaz beni. Siz de en kısa zamanda tehlikeli hislerinizin icabına bakın. Tadımız kaçmasın sonra.

Kimse sevmediği birini düşünme cömertliğini göstermez. Düşünsel kabiliyetler pek çok olguya ev sahibeliği yapar. Bunlar bireysel olabildiği gibi toplumsal; ulusal olabildiği gibi evrensel olabilir. Düşünmenin süreçlerinde bir şahsa, bir nesneye, bir duruma yer verilir. Zihinde yer edinmeye hak kazanan tüm uğraşlar, üzerine düşünülmesi için yeni fırsatlar doğurur. Oradaki fırsatlardan biri olan kişi özeldir. Milyonlarca yıldızın arasında göze çarpandır, nitelikli olandır zihnimizdeki. Bu nedenle kimse sizi onu düşünmeniz için zorlamıyor. Bu rolü siz ona biçtiniz. Bu hususa dikkat edin.

Derinden bir sallantı var içimde. Bilgisizlikten… Salt bilinmeyen yüzünden… Zihnim durgun, gözlerim yorgun… Ayaklarım uyuşuk çok oturduğum için. Kafamda bir topak karışık duygu var. Şu an zaman yok mekân yok. Ben ve benim monologlarım var. İrislerim fıldır fıldır… Yine delilik sınırındayım. Yine, yine ve yine… Etrafta rutubet, bacaklarımda romatizma, başımda yoğun bir ağrı, duvarlarda da fayans var. Romatizma yok ki ben de. Ne çabuk yaşlandım.

Fikirlerim dökme kalıplara dökülmüş sıvı alaşımlardan ibaret olacak otuzlarımın başlarında. Kırklarımın sonundaysa kaskatı kesilip donacaklar kalıpların içinde. İşte o zaman yok olmayı hak etmiş olacağım. Çabalarımın hepsi boşa gidecek. Ben de deneyimime güvenen ve yenileri küçümseyen biri olacağım. Kuşkusuz tarih çizelgesinde hep böyle süregeldi yaşam. İçi boşalmış kof bir ağaca döneceğim. Hüzünlü ve yalnız… Yalnızlığı bile isteye seçmiş buna rağmen mutluluğa isabet etmeyi becerememiş biri olacağım. Yalnızlık kendini sevdiğin ölçüde güzeldir çünkü. Yaşlanıp geriye benden kalanlar çürüdüğünde bir hiç olacağım. Savunmasız ama saldırgan aptal ama kendini bilgin sanan bir ihtiyar... Vitrinlerde kimsenin istemediği kreması ekşimiş vanilyalı pasta... Teki kaybolmuş işe yaramaz çorap... Sürüden dışlanan yılkı atı... Bunların hepsi olacağım ne acı.  

Bazen kendimi şu aptal aristokrat kadınların çarpıntıları içinde buluyorum. Yüreğim dalga dalga kan pompalarken vücuduma, onunla beraber dalgalanıyorum, içim bir garip oluyor. Sanki hiç görmediğim adını bilmediğim bir şey kalbimi avuçları içine alıyor ve başlıyor sıkmaya. Kahkahalar atmak, şen türküler tutturmak, avare avare dolaşmak istiyor canım öyle zamanlarda. Genelde yapamıyorum tabii bunu sonra yüreğim patlamak istercesine atıyor. Göğüs kafesimi zorluyor beni sürekli teşvik ediyor durmamam konusunda. Şaşırıyorum biraz da korkuyorum. Kalbim; işte benim kalbim böyle deli dolu bir nehir, doludizgin bir at.