AĞAÇ EV SOHBETLERİ 117

 


Ağaç Ev Sohbetleri 117


Ağaç Ev Sohbetleri devam ediyor. Haftanın konusu Kaplan Diary'den gelmiş. Ben de uzun zamandır yazmıyordum. Yazayım diye kıvranacağıma eyleme geçeyim dedim. Keyifli okumalar dilerim.


"Kötülüğün kaynağı nedir? Size bilerek kötülük yapan birine tavrınız ne olur?"  


    Kötülüğün kaynağı birincil olarak şüphesiz insandır. Biz insanlar her açıdan güçlü olduğumuzu zannedip büyük bir yanılgıya kapılan zavallılarız. Hassas kalplerimiz, kırılgan haysiyetimiz ve zayıf bir irademiz var. Ve bu üçü öfke ile yan yana gelmeye görsün korkunç şeyler yaşatıyoruz birbirimize. Hayır, suçlu ne kulağımıza fısıldayan Şeytan ne de kaderimizi yazan Tanrı… Tek suçlu biz ve bizim özümüz…

     Doğuştan kötü olma fikrini irdeliyorum bazen kendi kendime. Berbat ihtiraslara sahip olan bir ruhla doğuyoruz. Yine de insan fikrimce kötülüğe meyilli olarak dünyaya gelmez. Buna yatkınlık çevreden edinilir. Fakat her birimizde idrak yeteneği bulunuyor. O yüzden kötülük yapmanın mantıklı bir açıklaması yoktur. Her ne sebeple yapılırsa yapılsın kötülük kötülüktür. Ayrıca hafifletici sebepler de bana fevkalade saçma gelmektedir. Hata hatadır; suç suçtur. Kötülüğe neden olmuşsa önüne arkasına bakmaya gerek yoktur. İkisi de layığıyla cezalandırılmalıdır. Ne eksik ne fazla… Günümüzde hala daha kötülüğün karşılığının verilmemesi sinirime dokunmaktadır. Bence adalet sert ve sahici olmalıdır. Kötülüğü dizginlemek için görmezden gelmek ve affedici olmak son derece yersiz ve bayağıdır. Bizler Tanrı değiliz. Bırakın da o bağışlasın.

      Bizler aşağılık içgüdülere uyarak dünyayı çirkin bir hale büründüren yaratıklarız. Özümüze uygun davranalım. Yok eden şahıs bir yerde yok edilmeyi hak etmiştir ne de olsa. Can alanın canı değersizdir artık. Irza geçenin bedeni bir hiçtir. Çalıyorsa malının kıymeti yoktur. Sövüyorsa, dövüyorsa hem sövülmeyi hem de dövülmeyi çoktan hak etmiştir.

      Hak, hukuk, adalet… Ne güzel tınısı var bu üç kavramın değil mi? İnsan bir an bu üçüyle tüm kötülüklerin üstesinden gelinir sanıyor. Ama yok, maalesef öyle değil. Kötülük o kadar yaygın o kadar karanlık ki hepsini tek lokmada yalayıp yutuyor.

      Bana bilerek kötülük yapan birine ne yaparım peki? Elbette bu kötülüğün derecesine bağlı olarak oldukça değişkenlik gösterir. Fakat sevimsiz bir deneyimimden yola çıkarak söyleyebilirim ki kötülüğe kötülükle karşılık vermek son derece zevksiz ve can sıkıcı… Bu aynı haklı çıkmayı çok arzuladığınız bir kavgada haklı çıktıktan sonra kötü hissetmeniz gibi bir şey…  Anlayacağınız bırakın getirisini götürüsü var. Vicdan azabı veya huzurun bozulması gibi kötü sonuçlar da doğuruyor. Yani elde var sıfır.

      Genelde bana kötülük yapan kişiye karşı daha dikkatli bir tutum sergilerim. Yaptığını ileride de yapabileceğini unutmam. Eğer o kişiden uzaklaşma ya da onu kendimden uzaklaştırma şansım yoksa hareketlerini ölçüp tartarım. Bir daha aynı şeyi yapmasına müsaade etmem.

      Bazen kesin bir dille tüm ilişiğimi keserim. Çünkü böyle gerekir. Beni yok yere mutsuz ediyorsa hayatımda yeri yoktur. Ben de sakince gider gerekeni yaparım. Bunu yaptıktan sonra eğer doğru bir şey yaptıysam kuş gibi hafiflerim. Üstümden bir yük kalkar.

      Bir de bardağı taşıran kötülükler vardır. Umalım da başımıza hiç gelmesin. İşte o zaman yapacaklarım benim için de tam bir muamma…



Yorumlar

  1. çok etkileyici bir açıklama, kötülüğün kaynağını anlatışın ve seçtiğin kelimeler yanğei çarpıcı mı desem hüzünlü mü dehşet verici mi desem, kötülüğü anladım ve hissettim yani yazından, kötülüğe karşı naparıma cevabın da aman aman bir muamma olarak kalsın nütfen :) arada kelime oyunu yazmayı da unutmaaa :) kaleminde sözcüklerinde bir atmosfer var senin :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim sağ olun. Metnin etkisi altına girmeniz beni hoşnut etti. Evet, ben de o muammanın meydana çıkmaması taraftarıyım :)) İltifatlarınız beni mutlu etmenin yanında daha iyisini yazabilmem için teşvik ediyor. Yeniden çok teşekkür ederim.

      Sil
  2. Güzel tınılı kavramlar, tını değil hakikat olsaydı şayet ( kökten yok edemezdi kötülüğü elbet zira insanın dünya üzerinden tamamen yok olmasıyla ancak gerçekleşir kötülüğün yok olması) karanlık bu üçlüyü yok edemez, silikleştiremez ve yalayıp yutamazdı. Birçok kavram gibi süslü kelime olarak kaldılar hakikatte maalesef.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Paranteze ihtiyaç duymadım okurken. Kurduğunuz cümlenin anlaşılırlığı yerinde gayet. Doğru söylüyorsunuz. Bizler güçlü kavramları süslü sözcüklerin gölgesinde bıraktık ne yazık ki.

      Sil
  3. Çok yakın düşüncelere sahibiz. Kötülük yapan bunun bir karşılığı olacağını aklından çıkarmamalı. İdeal bir dünyada kişisel karşılıklara gerek kalmadan adalet sistemi yapılması gerekeni yapmalı. Ama ideal bir dünyada yaşamıyoruz maalesef.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dünyadaki yaşamımız bir ütopya değil. Adalet en adil olanı değil. Ben de en ideal insan değilim. Bu nedenle öfkemizde haksız değiliz.

      Sil
  4. Kötülük tek suçlusu bizim özümüz dedikten sonra yine de insan kötülüğe meyilli olarak dünyaya gelmez, buna yatkınlık çevreden gelir diyorsunuz. Bu ifadeniz biraz çelişki barındırmıyor mu? Bence kötülük hem özümüzde var hem de yaşam ve çevre koşulları bizi kötülük yapmaya itiyor. Belirttiğiniz üzere kötülüğün sebebi olarak gösterilen şeytan aslında insanın yaptığı kötülüklerden dolayı kendini temize çıkarmak için uydurduğu bir figürdür. Kötülüğe karşı alınması gereken tavrınız haklı olarak Mrs. Kedi'ninkinden bile daha sert:) Adalet, hak ve hukuk olmayan yerde insanlar maruz kaldıkları kötülüklere kendi imkânlarıyla karşılık vermeye devam edeceklerdir. Bana kalırsa bunu yapmak yerine adalet, hak ve hukuku üstün kılmak daha doğru bir yol. Böylece kötülüğü ortadan kaldıramasak bile mümkün olduğunca azaltabiliriz. Adalet, hak ve hukuk insan var olduğu sürece gerçek anlamda var olmayacaktır. Bence esas problem de burada:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah, ne çok özlemişim fikir alışverişi yapmayı :)) Heyecanımı mazur görün. Öz, orada doğru kelime seçimi olmayabilir. Yerine ne koyulur bilemedim şimdi. Burada bunu anlattım ben demek bana pek mantıklı gelmiyor. Sonuçta ne anlaşıldıysa odur. Ama bu sefer beraber fikir yürütmek adına açıklayayım. Öz derken dünyayla yüz göz olduktan sonra içimize yerleşen o karanlığı kastettim. Yine de öz; benliktir, manevi varlıktır. Fakat bir yandan en baştan kötüyle var olduğumuza inanmak gelmiyor içimden. Bu belki de asılsız bir arzudur. Bilmiyorum.

      Evet, sanırım biraz sert bir tutum sergiliyorum. Tamaro'nun da dediği gibi 'Benim elementim quartz değil, cıva. Yerinde duramayan, hareketli, ateşli bir madde. Yazgısı her zaman düzensizlik içerisinde sürekli devinmek olan canlı gümüş...'

      Dediğiniz gibi doğru olan yol açık seçiktir. Bize de o yolda yürüyebildiğimiz en iyi şekilde yürümek düşüyor. Ne yazık ki içine insan faktörü giren her şey gibi bu da zorlaşıyor.

      Sil

Yorum Gönder