05.05.2019
Bir aralar saçları günbatımından kızıl olan babaanneme;
Nasıl gittiğini bilmemekle beraber merak ediyor muyum onu bile
bilmiyorum. Belki senin için gökten mermer, tırabzanları kakmalı bir merdiven
indirmişlerdir.
Ya da huzurlu nazik ruhuna bir çift kanat hediye etmişlerdir.
Belki ölüm meleği seni kibarca tutup arşa
yükseltmiştir.
Giderken göz ucuyla olsa da bizleri gördün mü? Veya geride bıraktığın diğer şeyleri…
Ölüm, sessiz ve kısa vadede tehditsiz görünen bir hayalet sanki. Biraz yaşadık
onunla sonra dedeyle ikisini baş başa bıraktık. Anlayacağın bu
sefer yalnızca tek bir kişiye el salladık. Seni tanımış
mıydım? Benim bildiğim gibi misin? Yoksa çok daha farklı mı? Seni
yitirdik ama bunun farkındalığına bir türlü varamadık. Mezarına papatya
tacı bıraktım. Umarım takmaya fırsat bulursun. Sana yakışacak.
Ölümle yaşam günlük yaşamda da gözlemlediğimiz
gibi sık sık birbirini takip eder durur. Ama bir şeyi uzaktan gözlemlemekle birebir yaşamak öyle
farklıymış ki
ayrımına varabildiğim bu iki kavram şu sıralar kafamda düğümlendi
kaldı. Zaten yeşil bir örtünün altındaki tabutta senin olduğunu
kabullenmek hayli zordu. Çünkü sen hiçbir zaman tek renk olmadın. Evin bile yüreğin gibi
cıvıl cıvıl… Albümlerde eski fotoğraflarını gördüm yeniden
yeniden canlanıp yaşadın o karelerde. Sen ölünce anladım. Atan her
kalp, yaşayan
her canlı bir nimetmiş. Var
olmayı bir gün yok olmak takip edermiş. Sen olmayınca pembe evin neşeli nağmeleri
sona erermiş. Seni
sonun başlangıcına
gönderirken herkesin gözü nemli, yüreği alev alevmiş. Sen yaşamımdaki
yılların pek nadide bir parçası, tatlı anıların baş
tacıymışsın.
Seni özleyeceğim. Seni ömrümce seveceğim. Gönülden söz veriyorum seni
unutmayacağım.
İçten sevgilerle torunun Ayça
Adres: Artık senin orada yaşamadığın ev
Yorumlar
Yorum Gönder