AĞAÇ EV SOHBETLERİ 170



Ağaç Ev Sohbetleri 170


Ağaç Ev Sohbetleri devam ediyormuş. Haftanın konusu Deeptone’dan gelmiş. Sadece yazılanları okuyacaktım Ama hedeften biraz şaşmış olabilirim.


"Eski fotoğrafları sever misiniz, biriktirir misiniz?"

Evet, eski fotoğrafları severim. Ama biriktirme işini vakti zamanında çok şükür benim yerime halletmişler. Arada bütün o eski fotoğrafları mezarlarından kaldırıp hepsine tek tek bakarız. Her fotoğrafın hikâyesi en az bir kez dinlenir. Beğenilenler ve muzip bulunanlar ısrarla tekrarlatılır. Tabii tekrarlatma olayı evdeki yaş ortalaması düşükken daha sık oluyordu. Şu an ise daha çok komik olanlara gülüp geçiyoruz. Çünkü herkes sonunda hikâyeleri hatırlayabilecek yaşa geldi. Daha sonraysa doğumlardan ve ölümlerden bahsediyoruz. En tombul, en yaramaz, en çok saçı olan bebekler kimlerdi diye konuşuyoruz. Bu soruların cevapları son sorduğumuzdan bu yana değişmişse hemen itiraz ediyoruz. ‘Öyle dememiştin, şimdi niye böyle dedin?’ gibi sorularla ebeveynleri yeterince darladıktan sonra konuyu kapatıyoruz. Şahsen bu fotoğraflarda sevdiğim ölmüş insanlarla karşılaşmak beni üzmüyor. Evet, ölüm kolay alışılamayan derin bir ayrılık... Sizi sevdiğiniz kişiden mahrum bırakıyor. Ölümle karşılaşmanın o baş döndürücü etkisi geçtiğinde birini gitmesi gereken yere uğurlamış gibi hissediyorum. Bunu inancımla özdeşleştirebiliriz. Ama ben genel olarak günlük hayattaki sıradan vedalarda da üzülmem ya da ağlamam. İkisi karşılaştırmaya açık değil diyebilirsiniz. Deyin, yine de karşılaştıracağım. Çok sevdiğim birini uzun süre göremeyecek olduğumda bile absürt bir neşe ile onu gideceği yere uğurlarım. Çoğu zaman bunu farkına varmadan yaptığımı anladım. Bu galiba benim ilk ve belki tek iyimser yanıma dayanıyor. Onlarla ayrıldığımda yeniden buluşacağıma inanıyorum. Bu anlamsız mutluluk da bundan kaynaklanıyor. Kulağa mantıklı gelmiyor, biliyorum. Yine de bu beni rahatlatan bir şey ve böyle düşünmeye devam edeceğim. Onlarla bu hayatta ya da (inançlara göre varlığı tartışılan ama yazdıklarıma bakıldığında benim adıma tartışmaya açık olmayan) diğer hayatta bir gün yeniden buluşsam da buluşmasam da…

Çevremizdeki insanların da bu tarz albümleri ve koleksiyonları vardır. Herkes başka birinin fotoğraf albümünde neden kendi şapşal fotoğrafı olduğunu düşünüp durur. Onu almak ister. Ricalarda bulunur, ama geri alamaz. Sonuçta gün sonunda harika bir şantaj malzemesidir. Fakat bir sonraki misafirlikte onların evindeyken onun da sana bedelini ödetebileceği bir fotoğrafın mutlaka vardır. O yüzden herhangi birini ağlatmadan tadında bırakmak her zaman tavsiye edilir. Bu masum anıların tarihe karışmasını önlemek adına bir ihtimal bu geçmiş günlerin son kayıtlarını saklayabilirim. Ama tercihim kesinlikle onları dijitalleştirmekten yana olur. Çeşitli şartlar altında daha güvende ve daha az yer kaplayacak biçimde depolanmış olurlar. Zaten mevcut fotoğraflarımı saklamak için terabaytlık diskim var. Hepsi orada mutlu mesut durur.

Bu modası geçmiş fotoğrafların kendilerine özgü düşük pikselleri, gerçeklikten uzak soluk renkleri ve yer yer ölçüsüz parlaklık gibi sorunları var. Yine de eşlik ettikleri anı yakalamışlar ve bize ulaştırmayı başarmışlar. Bunun için onlara minnettarım. Ama bu fotoğraf albümlerinin tamamen tedavülden kalkması da beni hiç üzmez. Sonuçta istediklerimin yedekleri varsa bu tamamen gereksiz bir hüzün olacaktır. En nihayetinde zamanı geldiğinde yeni olan eski olanın yerini kaçınılmaz şekilde alır. Eskiyen şeyler yok olmaya mahkûmdur.  Bu konuda elimizden bir şey gelmez. Bu sebeple değişime direnmek manasızdır. Sizi bilmem ama bir şeylerin eskimesi ve yerine yenilerinin gelmesi bana çok alelade geliyor. Büyürken içinde bulunduğum yılların teknolojik dönüşümü bunu kolaylaştırdı. Hayatımdaki nesnelere, mekânlara ya da olaylara aşırı bir bağlılık göstermem. Çünkü yeri geldiğinde hepsi eskimiş olacaktır. Müsaade etseniz de etmeseniz de eski yeniyle yer değiştirecektir. Tabii bu fotoğraflara manevi bir anlam yüklediyseniz onları tarihin tozlu sayfalarına gömmeniz bir parça zor olacaktır. Yine de üstesinden gelirsiniz. Dünyanın sonu değil ya?

Ben çocukluğumu 2000’lerin başlarında yaşadım. DVD’lere CD koyup animasyon izlerdik. Daha sonra DVD de CD de tarih oldu. Biraz daha büyüdük. Onun yerine USB’lere film yükleyip bilgisayardan ya da televizyondan izlemeye başladık şu zamandakilere kıyasla epey yavaş cihazlardı. Tabletler, telefonlar gibi akıllı cihazlarla tanıştık. Şimdi bir şey izlemek istiyorsanız tek gereken internet ve belki tercih ettiğiniz dijital platformlar... Müzik dinlerken de aşağı yukarı aynı serüveni takip ettik. CD’lerimizi dinledik. Sonra MP3 çalarlarımızı kullandık. MP4’ler çıkmıştı. Sonra YouTube geldi. YouTube’dan müzikler indirip dinledik. Daha sonra da Spotify hayatımıza girdi. Belli ebattaki dosyaların aktarımında da USB ya da maile gerek kalmadı. Artık WhatsApp web vardı. Çok işime yaramıştı.

Bunlar aklıma gelen birkaç tanesiydi. Yani süregelen, hızlı bir değişimle yaşadım. Bu hızdan da epey memnunum. Hatta daha teknolojik bir çağda dünyaya gelseydim daha da mutlu olurdum. Bilgiye daha yakın olduğum, daha kolay ulaştığım bir çağdayım. Fakat bu sanılanın aksine beni tembelleştirmedi. Ve benim gibi birçok insanı da… Genelleştirmeler çuvallar.Ve ben bu çağı başkaları gibi ucundan yakalamadım. Bizzat içine doğdum.  Biz yeni kuşak çocukları kalıplarınıza uymaktan hoşnut değiliz. Tamam, birçoğumuz çok çabuk sıkılıyor, aceleci ve umursamaz davranıyor olabilir. Ama bu bizim benzer kalıp davranışlarda bulunacağımız anlamına gelmez. Hazır laf lafı açmışken söyleyeyim dedim.

Sahi bilgisayar oyunlarından, sosyal medyadan bahsetmemişim bile. Teknolojik süreçlere eklemek istediğiniz başka başka şeyler varsa paylaşmanızdan memnuniyet duyarım.

Bu sohbetler beni çok hoş yolculuklara çıkarıyor. Buna ortam hazırlayan ve sürekliliği sağlayan tüm blog sahiplerine teşekkürlerimi sunuyorum. Bu yazı biçimi benim için hep zor olmuştur. Şiir, roman, hikâye, masal, tiyatro gibi türler fikirlerinizi görünenin arkasına saklamanıza olanak tanır. Bu türler sizi belirli ölçüde saklar ve korur. Karmaşık ve son derece tutarsız düşüncelerinize ifade hakkı tanırlar. Ama nesir kesinlikle bambaşkadır. Az çok ne yazacağınızı bilmek yetmez. Kendinizi anlamak ve yetmiyormuş gibi bir de açık yüreklilikle karşı tarafa anlatmak zorundasınızdır. Benim için gerçekten zor bir iş… Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Yorumlar

  1. Baştan söyleyeyim, Ağaç Ev Sohbetlerine hakkını veren nefis bir yazı olmuş, tebrikler... İnsan kendini koruma içgüdüsüyle duygusal zayıflıklarına mutlaka bir çıkış yolu buluyor. Bazıları sizin gibi inancına sığınarak, bazıları benim yaptığım gibi halının altına süpürerek. Ağaç Ev Sohbetleri'nin 1000. sini hep birlikte kutlarız umarım. Şunun şurasında sadece on altı yılımız kalmış!,

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Yorumlarınız olmasa bundan haberim olmazdı. Okuduğunuz ve fikirlerinizi benimle paylaştığınız için sağ olun. Sanırım benim duygusal zayıflıklarım halının altına sığmaz. Bu sebeple hep inatla yüzleşmeyi seçerim. Kendi açımdan pek hoş bir alışkanlık olduğunu söyleyemem. Yorucudur. Ama eminim halının altına süpürmenin de farklı zorlukları vardır. Zaten kendimizle ettiğimiz mücadeleye de yaşam diyoruz. O yüzden yaşamaya devam... Kim bilir 1000. sini belki biz kutlarız ya da bizim yerimize başkaları... Kutlandığı sürece benim için kimin kutladığı önem arz etmiyor. Sonuçta elimizde çok güzel bir fikir havuzu oluşacak. Hayali bile güzel :))

      Sil
  2. çok keyifli yazmışsın ama özellikle ilk paragrafta çok duygulandım, aile içi foto bakma törenlerinizi çok sevdim :) sölediklerinde de hep haklısın. bencesi, hepimiz ilerde cennette buluşcaz zaten :) ayrıca umarım okul ve planların her şey yolundadır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenerek okumanız beni çok mutlu etti, teşekkür ederim. O törenleri biz de çok severiz :) Sizi de kıyısından köşesinden dahil edebilmişsem ne mutlu bana. Umarım ileride güzel yerlerde buluşuruz. Sorduğunuz için sağ olun, her şey çok güzel gidiyor. Hatta bana uygun olmadığını hissettiğim okulumu da değiştirdim. Artık daha gerçek bir şehirde daha gerçek bir üniversitedeyim. Bence bir üniversiteyi en gerçek kılan şey kütüphanesidir. Ve şu anki kütüphanem eskisine kıyasla çok çok güzel. Planlarım da şimdilik hedeflerime adım adım ilerliyor. Zamanı geldiğinde hedefleri on ikiden vurmayı dilerim. Sizler nasılsınız, hayatınızda her şey yolunda mı?

      Sil
    2. oleey sevindim haberlere :) iyiyim pandemiden buyana evde çeviri yapıyorum, keyfim yerinde :)

      Sil
    3. Oo sizin de keyfiniz yerindeyse ne ala :) Umarım böyle devam ederiz.

      Sil
  3. Bizim albümde kimsenin tanımadığı insanlar bile var. Arkasına not yazıp fotoğrafnı yollayan bir sürü kişide öyle.. Fotoğraf makinesi benim için dünyanın en iyi buluşudur bu yüzden :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bizimkilerde tanımadığım birileri yok galiba. Ama ne kadar fotoğraf o kadar hikaye... Evet, katılıyorum fotoğraf makineleri güzel buluşlardır. Yine de sanırım bana göre en iyi buluş şimdilik nesnelerin interneti :))

      Sil

Yorum Gönder