KELİME OYUNU 42


 

KELİME OYUNU 42

 

Kelime Oyunu devam ediyormuş. Beş kelime verip bu kelimelerin de içinde olduğu öykü, deneme, şiir benzeri yazı yazıyoruz. İsteyen herkes katılabilir, beş kelime de verebilir. Haftanın kelimelerini Deeptone verdi. Ben de bu hafta elimden kayıp kaçmadan bir yazı ekleyeyim dedim.

Beş kelime: Yurt/Uyku/Böcek/Sedye/Gökyüzü

KALBİN AVUCUMDA

      Kabanıma daha da sarılıp hızlı hızlı yürümeye devam ettim. Poyraz da hızını arttırmıştı. Güneş doğmuştu ama gökyüzünde gri bulutlardan başka bir şey görünmüyordu. Yoldaki su birikintilerine dikkat ederek yürüyordum. Arabamı uzak bir yere park ettiğime çoktan pişman olmuştum. Kasvetli havaya rağmen keyfim yerindeydi. Çünkü ona gidiyordum. Köşeyi dönüp yüz metre daha yürüdüm. Yurda ulaştım. Kaygan merdivenleri temkinli bir biçimde çıktım. Duvarların boyanmış olduğunu gördüm. Akif’in yaptığı yüklü bağışla ilgisi var mıdır diye düşündüm. Bilmiyordum belki öyleydi belki de değildi. Benden kilometrelerce ötedeki eşimi bir an için çok merak ettim. Aramızdaki garip bağı hissettim. Başına bir iş mi geldi acaba diye bir süre düşündüm. Neyse ki kuruntum uzun sürmedi. Odaklanmalıydım. Burada oldukça önemli bir işim vardı. Girişteki danışmaya yöneldim. Kadın, erken geldiğimi söyledi. Ne yapayım uyku tutmamıştı. Onu göreceğim her günün akşamı içimi delice bir heyecan kaplardı. Saman sarısı güzel dümdüz saçları, ela küçücük gözleri ve şirin mi şirin kepçe kulakları olan harika bir varlıktı. Ona her baktığımda gerçek olup olmadığını sorgular gibi kaşlarımı çatıyordum. Masal diyarından çıkıp gelmiş gibiydi. Narin, sevecen ve sessiz bir çocuktu. Akif ile ben gibi sessiz… Kimi zaman dakikalarca konuşmadan bakışır yine de anlaşırdık. Kelimelere değil hislere ihtiyacımız vardı. Bu bize yetiyordu. Yanına gitmek istediğimi birkaç kez söyledim. Kadın biraz bıkkınlıkla biraz da mahcubiyetle beni normalde girilmeyen yatakhane bölümüne götürdü. Bilirsiniz en katı kurallar dahi yeri geldiğinde esnetilmeye müsaittir. Yurt adına yaptığımız katkıları görmezden gelemedi sanırım. Yatakhanede mışıl mışıl uyuyan çocukları geçip o çok sevdiğim masal oğlanının yanına geldim. Usulca yatağının ucuna oturdum.

      Bundan birkaç yıl önce Akif ile çocuğumuz olsun istedik. Sonra zaten doğar doğmaz şanslı olacak bir çocuk yerine hayatı daha zor olan bir çocuğu seçtik. Aslında bu karardan sonra bile çocuk sahibi olmak benim için son derece korkunçtu ama onun sayesinde bu süreci atlattım. O, dünya üzerinde görüp görebileceğiniz en naif çocuk bu yüzden ona alışmak çok kolay oldu. O, büyük bir şanstı bizim için. Tabii çevreden o kadar çok tepki aldık ki anlatamam. Kendi kanımızdan bir çocuğa sahip olmak varken neden ‘öteki’ olan bir çocuk istemiştik? Başımızın zoru neydi de elin çocuğunu evlat ediniyorduk? Değer miydi hiç? Bu ve bunun benzeri pek çok sinir bozucu ve kırıcı ithama maruz kaldık. Yalnız karar vermiştik bir kere yolumuzdan dönmek yoktu. Onunla hikâyemiz böyle başlamıştı işte. Elbette başta birbirimize alışamadık. Hatta bu durum beni korkuttu. Hep böyle olursa mahvolurum dedim. Çok şükür yavaş yavaş kaynaştık. Bana anne derse mutlu olacağımı yine de istediğini söylemekte özgür olduğunu söyledim. O günden sonra ara sıra bana anne demeye başladı. Dünyalar benim oldu. Şimdi de onun yanında olmak beni fevkalade mutlu ediyordu.

      Üzerini iyice örttüm. O sırada minicik kalbinin atışlarını hissettim. Telaşsız, tatlı tatlı atıyordu. Geçenlerde anneler gününde bana bir kart hazırlamış. Kartta şöyle yazıyordu: ‘Çiçeğim, böceğim biricik anneciğim anneler günün kutlu olsun.’ Kartı okuyunca duygulanıp hüngür hüngür ağlamaya başladım. Akif ağladığımı görünce endişelenip hemen kartı elimden aldı. Okuyunca onun da gözleri doldu. Sık sık yaptığımız gibi sessizce yan yana oturduk. Ben bunları düşünürken o irkilerek uyandı. Onu sarmalayıp güvende olduğunu fısıldadım. ‘Sedye…’ dedi. Yetkililer ağır bir travma geçirdiğini söylemişlerdi. O yüzden hassas bir çocuktu. Ailesini trafik kazasında kaybetmiş. Ne yazık ki olanları hatırlayabilecek yaştaymış. Kalbinin üzerindeki elimi gördü. ‘Kalbim nerede?’ diye sordu heyecanla. ‘Kalbin avucumda…’ dedim. ‘Neden aldın onu?’ dedi. ‘Sadece öpmek istemiştim. Yerine koyuyorum şimdi.’ dedim. Onay verdi. Kucağıma iyice yerleşti. Tekrar göz kapakları ağırlaştı.


Yorumlar

  1. oleeey yarın okurum, sevindim katılmana :) her zaman beş kelime de verebilirsin zaten :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne yalan söyleyeyim ben de sevindim. Teşekkür ederim kısmet belki kelime veririm bir ara :)

      Sil
  2. poyraz deyince, istanbulda çok fena oluyor esince, fırtına filan, adalara gidip gelinemiyor, hımm, akif uzaktaki eş, yurttaki masal oğlanı, evlat edinmek ne güzel, doğum günü kartı ne tatlıydı, sedye, travma, yazık yaa, kalbim nerde, sonu ne güzel bitti, güzel buluş :) yine güzel bir öykü senden :) teşekkürler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Poyrazı pek sevmem ben de. Ama şöyle sıcacık tutan bir kabanım varsa işler değişir. Benim favorim lodos. Gerçekten çok güzel ve özel bir şey evlat edinmek :) Teşekkür ederim. Keyif almanız beni memnun etti.

      Sil
  3. bu öykü de masalsı bir filmi anımsattı, zamanın olursa izle bak, the fall (düşüş), daha önce, bir panayır hikayesinde sıkılmıştın, uzak ihtimali sevmiştin, bir de en iyi yerli film dediğim sonbahar (özcan alper) vardı :)

    YanıtlaSil
  4. Aslında Sonbahar' a da baktım biraz. Ama dramatik aşk teması bana göre değildi o aralar. Ne yazık ki onu da sevemedim. Fakat baştan sona da izlemedim. Fall da aklımda :))

    YanıtlaSil

Yorum Gönder