31 Mart 2021 Çarşamba

GÖNÜL KAPISI

 




ANAHTAR

Söyle, her kapıyı açabilir misin?

Sırlarıma ışık tutabilir misin?

Yıllarca aradığım kapıyı

Görmek istediğim her odayı

Açabilir misin?

 

Açabilirsen odayı, girince ben içeriye

Kapatır mısın ardımdan?

Mahrum eder misin beni ışıktan ?

Eğer korkularım, öfkelerim ve kederlerim doldurduysa odayı

Kilitler misin ardımdan kapıyı?

 

Ya da sadece bakıp arkamdan

Korkar mısın kalbine kilit vuran bu kadından ?

İşte en büyük mahrumiyet bendeki kalpte

Yıllardır merak etmekteyim içimde var olan ne?

 

O yıpranmış kapı gıcırdayarak açıldığında

Meçhul bir karanlık bekler beni

Bu kapının ardında, ezelden beri

Karşımda bir ayna, sol yanımda bir şecere

Ne kadar kısa sürede çökmüş bu çehre!

Ateş gibi yanan gözlerimin feri gitmiş

Geride kalmış sanki bir biçare

 

Şu an o çok merak ettiğim odadayım.

Yere kapaklanmış ağlamaktayım.

Arkamda kilit sesleri, artık tek başımayım.

Karşımdaki aynada, yüreğine yüz çeviren bahtsız bir kadın

Anahtar deliğinden sızan zayıf bir ışın

Aydınlatmaya çalışıyor karanlığımı

Ama bilmiyor ki daha bunu ben bile başaramadım.

30 Mart 2021 Salı

KESİK KESİK BEN

 

 

KESİK KESİK BEN

Kesinlikle yetişkin olmak istemiyorum ama şu yetişkinlerin büyülü borazanlarına sahip olmak için yapamayacağım şey yok. Oradan söylediğin her şey sihirli biçimde doğruluk kalıplarına tam sığıyor. Ve zavallı çocukların gözleri çok kolay boyanıyor. Yetişkinlerin paletlerini ellerinden almak için gereken gücü bulmak, bu güçle tuvallere dönmüş perişan ruhları kurtarmak için yardım kampanyamızı imzalayın. Bembeyaz tuvallere...

Dalgaları kucaklamayı hayal etmek hiç eğlenceli değil. Onlar sadece acı acı böğrüne çarpar. Ama acıyı nasıl da seviyoruz.

Matruşkalar gibiyiz iç içe iç içe. Her katmanda farklı bir rengimiz farklı bir boyutumuz var. Tek bir şey olarak var olmak imkânsız bizim için. Duygularımız her depreştiğinde binlerce boyuta gömülüyoruz.

Sokaklar genel olarak ilginç. Kimi misk kokuyor kimi is. Bazılarında güneş bazılarında ay hiç batmıyor. Bazıları ölü bazıları hala yaşıyor. Mesela şu an ölü bir sokaktayım. Evler ölü, insanları ölü.

İlahi dinlerce farklı farklı adlandırılan son geliyor. Ya da belki yalnızca benim sonum geliyordur.

Jules Verne adamım. Hayal gücünün engin dere ve tepelerinde onunla bir ömür gezilir. Çok zevkli bir arkadaşlığı olacağına hiç şüphem yok.

Zavallı bir suya bakıyorum. Yaldızlı, o da aynı diğerleri gibi... Kokusuz ve tatsız... Ama farklı diğerlerinden… Farklı çünkü o bir mahkûm. O kendi doğasının aksine şişenin içinde bir tutsak.

Neşeyle, düşünceyle, olduğunca güçle uyu ve çok daha fazlasını kaldırabilirmiş gibi dinç uyan. Yaşam sana evindeki yastıkların rahatlığını sunmayacak; hazırlan. Arada uyu ama sonra hemen uyan.

Ya gerçekten zaman yok ya da gerçekten ben yokum.

Sıradan hayatlarımızın bozuk bir plak gibi cızırdayan gürültüleri benliklerimize işledi. Bilinç akışımız o tiz cızırdayışların çirkin notalarıyla harmanlandı.

İyi ki bir zaman makinem yok. Eğer olsaydı kesin bir suçlu olurdum. Bir zaman suçlusu… Ya da Son hava bükücü gibi son zaman bükücü olurdum.

Hem bırakılmayacak biçimde güzel hem de yüzüne bakılmayacak biçimde çirkin bu dünya. Aklım almıyor.

Aptal ihtiraslardan tanrısal biçimde ayrışalım demiyorum ki yalnızca soğukkanlı canlılara daha çok benzeyelim. Kertenkele olabilir mesela.

O, ölecek ve bir gün ben de öleceğim. Bütün insanlığın çıkmaz sokağı nedir? Hasta bedende sağlıklı bir ruhtur. Hem de hiç olmadığı kadar sağlıklı. Sondur, bitiştir, çöküştür, yitiştir.

Acilen hayvan haklarının düzenlenmesi gerek çünkü öğrencilerin tümü hala birer denek.

Yaşlılarla çocuklar arasındaki bu uçurum neden! Orada otur ve dedeni dinle çocuk o yakında ölecek. Sense yaşlı dede bırak bu yılların zırvalığını. Herkes kendi zırvası için dünyaya geliyor zaten.

En güçlü arzularımdan biri görmek dünyayı, gezmek, duymak, tatmak izin verildiği kadarıyla oynamak çocukça…

Keşke bir cücem olsaydı hani şu Gulliver'in cüceler şehrindekilerden. Ya da Kaptan Grant amcam olsaydı sırtım yere gelmezdi belki de. Troya'da savaşsaydım korkak olmazdım böyle. Watson'ın hayatını yaşasaydım kesin daha çok şey öğrenirdim.

Bir salyangoz gibi ölmek bence kutsanmaktan farksız… Huzurlu helezonik bir evde melodik ahengin ortasında ölmeyi kim istemez.

Midemi içindekilerden kurtulmak istediği için suçlayamam. Onun yerinde olsam kendimden bir bütün olarak kurtulmak isterdim. Kim bizim gibi aciz ve ukala varlıkların öğütmesine yardım etmek ister ki! Teşekkürler mide...

Bir gün buruştuğumda yanıma kâr kalacak olan tek şey şüphesiz allı morlu damarlar. O gün geldiğinde damarlarımda akan kan için her saniye minnet duymaktan başka yapacak hiçbir şeyim kalmayacak.

Ölüm, hiç ulaşılamayacak sevgilinin yasak kolları gibi şimdi. Yakıcı, bitirici, uygunsuz...

Devrim bir köpeğin kulakları ve bir zürafanın boynu kadar güzel… Genç, güzel bir kadının bilekleri kadar narin… Bir aslanın yelesi kadar heybetli… Bir arı kovanı kadar sistematik… Karıncalar kadar anarşist aynı zamanda. O her yerde benliklerimizin en aydınlık noktasında bir hazine. Bir devrim yapın. Bir devrim yap.

İdealleri peşinde ölmeyi değil yaşamayı seçenler kazanır. Uğruna yaşam, uğruna ölümden kat kat soyludur. Çetindir.

Biri beni frenliyor. Hiç görmediğim hiç duymadığım biri beni frenliyor. Oysa daha düne kadar içimde gürül gürül akan şelalenin suyu dört koldan ülkeme yayılırdı. Ruhumda sanat mı gözümde fer mi eksik bilemiyorum.

Bir uçurum ve bir düşüş, bir gökyüzü ve bir uçuş... Koyu yeşil diken yapraklı ağaçların altında soğuk mermerin içinde bir yaşam doğdu. Kara toprağın yumuşak örtüsü altında sonsuz uyku başladı. O, göğe bakan merdivenlerin tırabzanlarına istekli biçimde tutundu. Sanki orayı hiç bırakmayacak. Ölüm işte tam bu belirsizlik… Sankiler ve galibaların bileklerimizdeki devasa prangaları yaşamdan sonra bizi hep olmamız gereken yere sürüklemek ister. Nereye mi? Bir çukura...

Kurbağaların kaderi benimle aynı… Hayvanlar vıraklamayla geçen sonsuz sayılabilecek döngünün kaçık yaratıklarıdır.

Hayatın anlamı, defalarca dile getirildiği için eskiyip küflenmiş; içi milyonlarca insan tarafından defalarca boşaltılmış. Şimdi de onu dolduracak olan tabii ki ben değilim. Susanna bunu daha iyi yapardı. Ah, keşke şu an yanımda benimle olsaydı o! Ne çok seviyorum onu. 

Yaşamla ölüm arasında ince bir çizgi yok. Çünkü onların arasında çizgi denilen doğrusal tuhaf şey hiç var olmadı. Onların ikisi bir… Onlar geçmişten geleceğe kadar tek bir kavram. Ya da hiç yoktular.

                           

                            'Fikirler mevsimler gibidir zamanı gelince değişirler.'

  




29 Mart 2021 Pazartesi

RUHUMDAKİ TUFAN





BOŞLUKTA BİR ZAMAN

Ne yürümek isterim şimdi sokaklarda

Ne de öylece caddelerde koşmak.

İşte tam şimdi yutsun beni isterim hayat.


Yaşanacak hiçbir şey kalmasın bana,

Hisler ve duygular bürünsün çirkin tatlara.

Bir bir silinsin aklımdan hatıralar,

Dev saatimin sarkacı dursun çığlıklar atarak.


Son maddi görevimi de yapmış olurum,

Tabutta ceset olarak

Somut dünyayla bağımı kesip,

Ruhların içinden ruhumu seçip,

Uzaklara giderim.

Ta ki beni bulana dek yeniden cesedim.

28 Mart 2021 Pazar

NEDEN İNANDIK?


 

HARBİDEN NEDEN?

    Bizler çeşitli dinlere mensup bambaşka ailelerde doğduk. Doğumumuzdan sonra etnik kökenimizin getirdiği dinlerle yoğrulduk.

    Daha sonraları soru sorup sorgulamaya başladık. Hayatımızın yönünü istediğimiz herhangi bir doğrultuya çevirdik. Ama çevirmeden önce uzun ve belki de sancılı bir dönemden geçtik. İşte bu dönem felsefe tarihinde Patristik Dönem’e denk gelir. Aynı bizim gibi filozoflar da bu konu hakkında düşünmüşlerdir. Bu dönemin önde gelen temsilcileri Augustinus, Clemens ve Tertullian’dır. Yer yer fikir birliğine varıp yer yer ayrıştıkları asıl konuysa akıl ve inanç arasındaki ilişkidir. Bana göre inancın akılla temellendirilmemesi manevi bir boyut taşımasını olanaksız kılar. Kaynaklara göre Clemens ve Augustinus’ta bana az çok katılır. Fakat Tertullian benimle aynı fikirde değildir. O aklın dini temellendirmekte yetersiz olduğunu düşünür. Aklın sınırlı olduğunu düşünmesi onu sadece inanmaya yöneltir. Onun da haklı olduğu yönler elbet vardır. Örneğin biz insanlar Tertullian’ın dediği gibi sınırlı bir akla sahibizdir. Fakat aklımızın kapasitesini düzgün bir şekilde kullanırsak çözemeyeceğimiz problemler bir elin parmaklarını geçmez.

    Akıl, inanç önünde bir engelden ziyade onun içindeki özlerden olmalıdır. Aklın içinde barınmadığı bir kavram yalın ve tatsız bir dizi soyut düşünceden öteye geçemez. Bizler bunun farkında olduğumuz için inandık. İnandıklarımızı akla dayandırıp somut bir şekilde tadına varılabilen canlı fikirler oluşturduğumuz için… Bence inanç ve akıl arasındaki bağlantı su götürmez bir gerçektir. Bizler düşündükçe inanır, inandıkça düşünürüz. Bu eylem döngüsünün her aşamasında kazandıklarımız kişiliğimizin derin katmanları arasına dâhil olur. Şöyle bir bakıldığında felsefede yüzyıllar önce ortaya çıkan akıl ve inanç ilişkisi hala daha tartışılmaktadır. Bu da insan zihniyetinin var olduğu sürece bu konu üstüne kafa yoracağına dair apaçık bir kanıttır.

 

 

27 Mart 2021 Cumartesi

DENİZE ÖVGÜ


 


DENİZE ÖVGÜ

Bu sabah yine inciler düşmüş denizin yüzüne,

Ne güzel bakıyor hülyalı gözleri göğün yüzüne.

Işıl ışıl bir gülüş ki bu eşi benzeri yok sevgilide,

Saçılan gülücükler çağırıyor davete icabete.

Güzel bir kız gibi zarif ve kıvrak raks ediyor dalgaları,

Maviliğinde bir dinginlik var bugün kalmamış arsızlığı.

Yine de baktıkça pır pır eder yüreğim,

Türlü coşkularımı, ihtiraslarımı hatırlar belleğim.

Büyülü bir enginliği var şu önümdeki denizin,

Sanki beni yutmuş da peşinden giden yok izimin.

Böyle yitip gideceksem eğer benim heybem hazır,

Sonunda denizin olduğu her yola çıkmaya değer.

SORU VE DAHA ÇOK SORU


                                                     SORULAR, SORULAR, SORULAR...

Anlam veya amaç nedir? Bu durumlar hangi şartlar altında önem teşkil eder? Neden varız ve neden var olmaya devam ediyoruz? İnsanlık olarak acayip kuvvetli yaşam dürtümüze karşı koyup yok olmaya karar verseydik yaratıcının gücü ne denli kavurucu olurdu? Anlamsız görünen tüm o şeylerin anlamı çok mu derin? Yoksa hepsi saçmalık mı? Yaşamak hayatı anlamlandırma çabasıysa ölünce anlam nereye kayboluyor? Melekler itaatkârsa isyancı olmak nasıl oldu da akıllarına geldi? Evrende olup bitmekte olan her şeyin masal gibi anlatıldığı kitaplar inseydi eleştirmenler ne derdi? Yaratılış hadisesine kızmak kendi yetersizliğinden yakınmak değilse nedir? Big Bang ve Evrim ne kadar gerçekçi? İnsanın dünyada çok zamanı vardı gelişmek ve değişmek için nasıl oldu da her canları sıkıldığında birbirlerini öldürdüler? Yaşamımdaki geriye kalan yaşları tek başıma geçirmek istemem bencilce mi? Bencillikse de bencillik. Tek şans, tek vücut ve tek ruh… Bunları boşa harcamayacağım. Mutlu öl, pişman değil. 

YİNE ÖFKE

                                                                           
      Geçen haftalarda güneşe bir kızgınlık duydum. Onun parlaklığına duyulan sığ özlem sinirime dokundu. Öfkelendim. Bizim ara ara onu sevdiğimiz kadar bizi sevmiyordur bence. O dev alev topu, sırf bizim yüzümüzden o halde. Kaynayan kızgın suratı, her gün yaptığımız şeyler yüzünden iyice çirkinleşiyor. Bir gün patlayıp gidecek. Cidden yeter artık, eskiden bir yıldız olan o mükemmel şey şimdi ucube suratlarımıza ışımakla görevli. Ne aşağılık sorumluluk ama…
      Güneş bizim için gerçekten büyük bir lütuf... Doğadaki üreticilerin vazgeçilmez dostu... Biyolojik saatimizin can suyu... Kıymetini bildiğimizi zannetmiyorum. Biz insanlar daha çok durumu aleyhimize çevirmekte başarılıyız. Zaten derdimiz hiçbir zaman sürdürülebilirlik olmadı. Biyosfere kafa tutmaktan asla çekinmedik. Çünkü yenilmez tesislerimiz, devasa dozerlerimiz vardı. Ne olabilirdi ki? Söyleyecek çok şey olduğunu biliyorsunuz. Ama konuya dönelim. Bindiğimiz dalı kestik. Ve onun gücü  bizi ezmeye başladı. Ve kırmızı çizgiyi öyle geçtik ki sanırım artık geri dönüşü yok. Yapabileceğimiz tek şey ya kötü sonu olabildiğince ötelemek ya da öylece bekleyip ne olacağını görmek. Bol şans. Dünya üzerinde şans eseri yaşayan tüm canlılara bol şans...

26 Mart 2021 Cuma

SOKAK SAKİNİ


SOKAK SAKİNİ
      Genellikle etrafında çöplendiğim mahallenin kenarlarında dolaşıyordum yine. Girdiğim sokağın başındaki izbe evi gördüm. Hala yıkılmamıştı. Aşağılık ev... Sıvası çatlamış iğrenç renginin üzerinde yol yol çizgiler oluşmuştu. Bir türlü vazgeçmiyordu ama ayakta durmaktan. Etrafında birkaç insan vardı. Beni pek ilgilendirmediler. Çünkü ilgimin hepsini şu evin tozlu camlarının önünde uçuşan kanatlı dostlara dikmiştim. Allah'ım! Nasıl leziz görünüyorlardı. Sonra döne döne uçup kadrajımdan çıktılar. Biraz üzüldüm. Ağzımın suyu akmıştı. Daha çok sinirlenmiştim. Bir süre öfkeli öfkeli yalandım. Sonra insanlara baktım. İki moruk ,bir çıtır ,bir velet bir de genç vardı. İnsanlığın hazin özeti diye düşündüm. Bu düşünce beni öyle eğlendirdi ki yerlerde yuvarlanarak gülmeye başladım. Bisikletli velet beni oyun oynamak istiyor falan sandı. Hantal insansı adımlarla yaklaştı bana. Anında topukladım oradan. Aptal insan yavruları...Bankta oturan moruklara sırnaştım, bacaklarına sürtündüm biraz. Moruk falan derim ama bu yaşlı kızları severim. Sonra şu gence baktım doğrusu acıdım ona. Zavallının dibi düşmüş. Kızımızın güzelliği az buz değil tabii. Benim türümden olsa mart gelince ilk onun kapısını çalardım. Hatta kuyruk bile yakışır bu kıza. Ne kız ama...üff...

      Sıkıcı ve pis mahallemde yeniden dolaşmaya başladım. Karşıma Niyazi çıktı. Haydut kedi! Hiç sevemedim densizi. Oldum olası gıcığım ona. Dakika bir gol bir diklendi bana. Tabii aldı cevabını. Aşağı mahalleye kadar kovaladım şerefsizi. Kedi dediğin bölgesinin sınırlarını bilecek, bölgesini koruyacak. İki yıl önce buraları kendi hakimiyetim altına almak için az mı uğraştım. Kimler geldi kimler geçti. Hey yavrum hey işte ben hala buradayım. Rekabetse rekabet, kavgaysa kavga... Kimsenin gözünün yaşına bakmayacaksın. Sokak serttir. Ben öyle sünepe ev kedilerine benzemem. Yediğim önümde yemediğim arkamda değil benim. Gerekirse çöp karıştırır yine aç kalmam. Ama tercihim avlanmaktan yana. Hani derler ya elimden bir uçan bir de kaçan kurtulur işte ben o cinsten bir kediyim. 

      Sahi can dostumdan bahsetmedim. Adı Aykut. Acayip bıçkın delikanlıdır. Serseridir. Benden aşağı kalır yanı yok desem yalan olmaz. Kurduğum bu düzeni gönül rahatlığıyla ona bırakırım. Elinden de her iş gelir keratanın. Ben onu çok severim. O da beni sever, sayar. Sağ olsun ne zaman başım sıkışsa koşar gelir. Bu mahallede ikimizin sözünün üstüne söz söylenmez bizim camiada. Elbette aptal köpeklere söz geçiremedik henüz. Geçen gün aşağı sokaktan bizim Hakan geçiyordu. Bu işi artık çözelim diye bir konuşayım dedim. Başladı havlaya havlaya üzerime doğru koşmaya. Ulan dur ne yapıyorsun eşek herif demeye kalmadan başladık dört nala koşmaya. Oğlum bak ne diyeceğim dur kovalama artık dediysem de fayda etmedi. İki üç sokak böyle sürdü. Sonra döndüm iki pençe attım da ancak öyle beni kovalamayı bıraktı. Canımı zor kurtardım desem yeridir. Bu köpeklerin sorunu ne vallahi anlamıyorum. Bu nasıl bir içgüdü arkadaşım? Az ağır olursun be. Hayret bir şey!

TANIŞIN BENİMLE


 KÜÇÜK ÖZÜR

Yazdıklarım ve yazacaklarım her birimiz gibi karmakarışık olmakla birlikte sonu gelmeyen uyuşmazlıklar barındıracaktır şimdiden özür dilerim. Hedefim sinirinizi bozmak değil, yılmayanlardan olmak istiyorsanız yalnızca okuyun ve bir başkasının zihnine yakından göz atın. Ben devrimizin pek çok sakini gibi çabuk sinirlenir, çabuk bıkarım. Savunduğum ve üzerine yazmak için soyunduğum konuların her birine öylece sırt çevirebilirim. Çünkü ben hiçbir fikrin arkasından gitmeye uğruna ölmeye değecek olduğuna inanmam. Buna kendiminkiler de dâhil. Yine de size keyifli bir içerik sunabilmek için elimden geleni yapacağım. Deneyeceğim yani.