17 Haziran 2021 Perşembe

BİZİM İÇİN ÖL

 

    Hassas içerik ya da her neyse

    

      BÖLÜM 1

      Koştum, koştum, koştum… Bırakın soluklanmayı nefes almaya bile vakit yoktu. Adi herif tabana kuvvet kaçarken var gücümle onu takip ediyordum. Bir de baktım ki bacağımda kahrolası bir kesik var ve oluk oluk kanıyor. Adrenalinden olsa gerek geç fark etmiştim. Ve kramplar başladı.  Sonrasında da halsizlik… Başım dönüyordu. Adam görüş alanımdan çıkıyordu. Bir şeyler yapmalı, bir şeyler yapmalı… Bizimkilerle iletişimi de kaybetmiştim. İstediğim ne varsa aldım ben bu hep böyle oldu bundan sonra da böyle olacaktı. O şerefsiz benden böyle kurtulamayacaktı. Cadde epey kalabalıktı. Biraz ötede bir yangın merdiveni gördüm. Kilitliydi. Ceketimden glock tabancamı çıkarıp hemen susturucuyu taktım. Nişan almakta biraz sorun yaşadım ellerim titriyordu. Kilide bir el ateş ettim. Ses yankılandı. Birkaç meraklı göz benim olduğum tarafa döndü. Hiç oralı olmadım. Gözlerim kararıyordu. Seri biçimde merdivenleri çıktım. Bacağım beni yarı yolda bırakmak için çabalıyordu. Silahı ceketime koyup etrafta bacağıma baskı uygulamak için bir çaput aradım. Yoktu, yoktu, yoktu. Kahretsin! Kan kaybı tüm enerjimi alıp götürmüştü. Elimle bastırmayı denedim. Şimdi de her yerim kan olmuştu. Şiddetle karıncalanıyor ve kaşınıyordu. Canım çok yanıyordu. Son bir kuvvetle çatıdan aşağıdaki adamımı gözledim. Beş altı bina ilerideydi. Beni arkasında göremeyince koşmayı bırakmıştı. O an çatıdan aşağıya salınmış bir ilan gördüm. Çakımı çıkarttım ilanın iplerini kestim. Özensizce ve hızlıca keserek uygun boyutlara getirmeye çalıştım. Bacağıma turnike yaptığım gibi fırladım. Şimdi aramızda sekiz dokuz bina vardı. Kaçamayacaktı, izin vermeyecektim. İlk binayla aramızda yarım metre vardı, zıpladım. Ağırlık merkezimi öne kaydırdım ve yuvarlandım. Takla atıp ayağa kalktım. İkinci, üçüncü… Bacağımdan akan kanlar yüzünden ayağım kaydı. Dengemi kaybettim. Yüzükoyun diğer çatıya kapaklandım. Yine de tam zamanında ellerimi koymuştum. Güçlükle doğruldum. Bir otelin üstündeydim. Yan tarafındaki balkonlardan birine indim. Sonra ona tutunup bir diğerine bıraktım kendimi. Beşinci, altıncı… Binanın birinin giriş saçaklarının üstüne atladım. Yerden o kadar yüksekte değildim şimdi. Bacağım zonkluyordu. Beni dinç tutan tek şey hırs ve öfkeydi. Binaları sırayla geride bırakırken hedefin durduğunu gördüm. Cebinden bir şey çıkarttı, ne olduğunu anlamadım. Kulağına götürdü. Andaval herif, büyük bir hata yapmıştı. Neşelenmiştim az kalsın bacağımı unutacaktım. Ama ne mümkün! Konuşa konuşa ana caddenin uzağındaki ara sokaklara yöneldi. Ensesindeydim. Arayı kapatmıştım ve avantajlı bir duruma geçmiştim. Bu aşağılık adamı kendi hesabımızı görmeden kimsenin eline bırakmayacaktım. Ancak ondan sonra peşindeki itlerle boğuşabilirdi. Zaten o namussuzlar da verici sinyalini aldığı gibi damlardı buraya, yani az vaktim kalmıştı. Üstelik bizimkiler ortalıkta görünmüyordu. Sokağın gölgeleri içinde silahımı iki elimle tuttum yere doğrultarak ilerlemeye başladım. Seri ama emin adımlarla ilerliyordum. Avımla aramdaki takip mesafesine azami dikkat ediyordum. Topuğuna sıkabilirdim tam şu an. Canım istemedi yapmadım. Onun yerine dolanıp önüne çıkmak onu şoke etmek istedim. Sola saptım buradan doğrudan önüne çıkabilirdim. Daha önce yaptığım keşifler sayesinde bu ara sokaklara hâkimdim. Tam önüne çıkmak üzereydim şimdi. Bacağımı neredeyse unuttum heyecandan. Kalbim deli gibi atıyordu. Tüm sorunların kaynağına o kadar yakındım ki… Ve köşeyi döndüm. Silahımı kaldırdım. Kimse yoktu. Hay aksi! Şimdi ayvayı yedim. Üstüne bacağıma korkunç bir kramp girdi. İki büklüm oldum. Arkamdan bir sürgü sesi geldi. Mermi namluya yerleşmişti ve hedef bendim. Aklıma tüküreyim. Salaklık etmiştim. Arkamı döndüm ellerimi kaldırdım.

ARKASI YARIN


                                            

     

15 Haziran 2021 Salı

DEVRİM

 

Hızlı, nitelikli, geniş kapsamlı değişim: DEVRİM


         Bu aslında oynanmak için yazılıp daha sonra, bahtsızlığından olsa gerek, rafa kalkan bir tiyatro metnidir. Sahne tozu yutamamıştır bu yüzden boynu büküktür. Ve bu nedenle 'okunmak üzere yazılmış tiyatro eseri' grubuna istemeden dahil olmuş bulunmaktadır. Çokça eleştirdiğim Abdülhak Hamit Tarhan'a selam olsun.

         Teknik de üslup da amatör olup tavsiyelerinize sonuna dek açıktır. Keyifli okumalar dilerim. İstek ve görüşlerinizi belirtmekten çekinmeyiniz.


BİR ANNE DEVRİMİ


SAHNE1

(Baba ve iki çocuk salonda oturmaktadır. Kız çocuk yere oturmuş proje ödeviyle, herhangi bir maketle, uğraşmaktadır.) (Anne o sırada çamaşır sepetini salona getirir.)

Melek(Anne):Kızım hadi bir yardım ediver çabuk bitsin işim. (Yorgun bir şekilde yalvarır.)(Hafif kambur durmaktadır ve sorarken kaşlarını kaldırır.) (İşim kelimesini nispeten daha yüksek sesle söyler.)

Nisa(Kız Çocuk):Anne, anneciğim daha önce de söyledim ya (Sesi birden yükselir ve hırçınlaşır.)çamaşır dürmenin sadece senin işin olmadığını. (Annesine dik dik bakar ve kollarını kavuşturur.)(Artık proje ödeviyle uğraşmayı bırakmıştır.) Aynı şekilde sadece benim de değil. (Kendini göstererek söyler ve erkek kardeşine kötü kötü bakar.)

Melek(Anne):Eee biz yapmazsak kime kalacak bu işler? (Biraz sitem ederek soruyu sorar.)(Ellerini beline koymuştur.)

Nisa(Kız Çocuk):Anne yapmayalım demiyorum ki başkaları da yapsın diyorum. (Kızgın kızgın el kol hareketleriyle hızlıca söyler.) Mesela Yiğit kendininkileri katlayıp yerleştirsin yerine eline yapışacak sanki! (Yiğidi eliyle göstererek söyler.) (Kaşlarını çatmıştır.) Dün bir belgeselde bile hayvanlar görev dağılımı yapmıştı ya. (Artık bağırıyordur.) Mirketti onlar biliyor musun? Afrika faresi resmen… (Yine el kol hareketleri yapmaya başlamıştır.)

Melek(Anne):Hadi be! Elin faresi bile diyorsun… 

(Şaşırmıştır ve kafasını aşağı yukarı sallar .) (Sesi git gide fısıltıya dönüşür.)

Nisa(Kız Çocuk):(Ani bir şekilde bağırır.) Aynen öyle diyorum. Elin Afrikalı faresi 2O santimlik boyuyla sorumluluk bilinci taşıyor. Benim hem akla hem içgüdüye sahip değerli kardeşim ve sevgili babam hiç tınlamıyor. (Kardeşine ve babasına dönmüş onları göstererek heyecanlı bir biçimde bunları söylemektedir.)

Melek(Anne):İyi söyledin hoş söyledin ama söylediklerini üstüne alınan yok baksana! (Nisa’nın coşkusu anneye de geçmiştir.) (Eliyle eşini ve çocuğunu işaret eder.)(Kızının söylediklerini biraz daha düşünmek için kollarını arkada birleştirir ve ileri geri volta atmaya başlar.) (Düşünceli olduğunu belirtmek için zaman zaman kaşlarını çatar zaman zaman gözlerini kısar.)

Nisa(Kız Çocuk):Benceee (Son heceyi uzatarak söyler.) bu kadar düşünmene gerek yok. Çünkü sen resmen acil durum yönetmek için yaratılmışsın. Tüm bu işlere tek başına göğüs germenin bir sorun olduğuna kanaat getirdiysen ortak paydada buluştuk demektir. Ve artık tek yapman gereken soruna çözüm bulmak sevgili anneciğim. (Bütün bunları annesinin gittiği yönlere kafasını çevirerek tek nefeste söyler. Çünkü annesi hala volta atmaktadır.)(Söyleyeceklerini bitirdiğinde derin bir nefes alır ama buna değdiğini düşünür.) (Kurnazca sırıtır ve ellerini ovuşturur.)

Melek(Anne):Ayy! İçim şişti yeter sus! Deminden beri konuşup duruyorsun! (Biraz duraksar sonra kızına döner ve gülümser.) Aslında harika bir geçici çözüm buldum. (Sesini yükseltir fakat bağırmaz.) (Sesi yorgun ve kararsızdır.)

Nisa(Kız Çocuk):Nedir? (Oturduğu yerden kalkar ve koltuğa geçer.)(Başını dirseğine dayar ve neşeli bir biçimde sorar.)

Melek(Anne):Nisa, çamaşırları sen halledeceksin! (Kesin ve kararlı söyler.)(Söylerken kızın işaret eder.)

Nisa(Kız Çocuk):A,a,ama anne. ('ama' kelimesini kekeleyerek söylemiştir.)(İtiraz etmeye çalışmıştır.) 

Melek(Anne):Ben gerçekten iyi bir acil durum yöneticisiyim. Kolay gelsin. Hem kızların işidir bu. (Bir çırpıda övünerek söyler.) (Ellerini yeniden arkasında bağlamıştır.) (Odadan çıkar.) (Nisa çaresiz çamaşırları dürmeye başlar.)


SAHNE2

(Melek kızgınca süpürge yapmaktadır. Muzaffer kanepede gazete okumaktadır. Çocuklar ortalarda yoktur. Melek sert hareketlerle süpürmeye devam ederken kocasının oturduğu koltuğun önünün süpürmek için davranır. Muzaffer güç bela ayaklarını süpürgeden kurtarır. (Ayağından terlikleri fırlar.)

Muzaffer (Baba):(Adam canını zor kurtarmış gibi bir sesle) Aman hanım yapma etme oldu olacak beni de ala süpürgenin içine! Senin şu canavardan paçayı zor kurtardım ya. (Böyle dedikten sonra can havliyle havaya kaldırdığı ayaklarından fırlayan terlikleri almak için kalkar. Sonra yerine geri oturur.) Hem bütün tozları kaldırıyorsun astımım azıyor. (Olmuyor böyle der gibi başını sallar.) (Bağırmamıştır.)

Melek(Anne):Bana bağırma Muzaffer! Sanki içine girsen nolucak! Senin için her yer aynı ha şu tozlu süpürge ha o kanepe ne fark eder? Bir de toz kaldırma diyorsun demek sağda solda uçuşup dursalar işine gelecek sanki. Doğru doğru nerede olduğun önemli değil senin ha mutfak ha oturma odası. (Elini beline koymuş bağıra bağıra bunları söyler. Arada da sesini orantısız biçimde yükseltir çünkü süpürge sesinin kendi sesini bastırdığını düşünür.)(Söylediği son cümleden sonra kendi iç dünyasına gömülür.) (Eşi onunla konuşmaya çalışırken o kendi kendine sesli düşünür.)

Muzaffer (Baba):Niye bağırıyorsun? Ne dedim de bunca şey söyledin. Üstelik neresi tozlu bu kanepenin mis gibi kanepe valla. (İki kolunu arkaya atar, kanepede gerinir.) Haa bir de o elektrikli canavarını ayaklarımdan uzak tut. Ama ben hala bana niçin bağırdığını anlamadım doğrusu. (Kesin bir tonda gülümseyerek söyler, eliyle süpürgeyi gösterir.) (Sonra soran gözlerle eşine bakar.)

Melek(Anne):Önlük hiç fena durmaz sen de. Kaç yemek pişirebiliyordun sen? Hamarat mısın? Kalk bakayım ayağa. (Elini çenesine koymuş düşünmekte ve bu soruları sormaktaydı.)(En sonunda eşine ayağa kalkması için işaret yapar, sonra eliyle eşini döndürür. Şöyle bir süzer.) Güzel üstelik mutfak dolaplarına da rahatlıkla ulaşabilirsin. (Mutluluktan ellerini çırptı.) Bekle hemen geliyorum (Bir koşu mutfağa gitti. Elinde bir mutfak önlüğüyle geri geldi. ) (Seri bir şekilde eşi itiraz edemeden önlüğü ona giydirdi. Bir yandan da aralıksız şunları tekrarladı: Dolmalar, sarmalar, börekler, çörekler…

Muzaffer (Baba):(Bu esnada ne olduğunu anlamayan Muzaffer şaşkın bir surat ifadesiyle) Yoksa gün mü var yakınlarda? Ama önlük herhalde yanlış kişide bilindiği üzere evimizin en iyi aşçısı sensin.(Çıkarmaya yeltenir.)

Melek(Anne):Aaa bir daha duymayayım bunları, kendini neden küçümsüyorsun? (Küçük bir çocukla konuşur gibi abartılı söylemiştir.) Dur dur çıkarma hemen seni daha önce hiç bu kadar yakışıklı gördüğümü hatırlamıyorum. Bakmaya doyamadım. Mükemmel bir şey bu! (Oyun havası çalıyormuş gibi oynamaya başlar.)

Muzaffer (Baba):Eeehh ne dediğin belli değil ne giydirdiğin belli değil sıkıldım. Gidiyorum ben. (Önlüğü bir çırpıda çıkarır.) (Sahneyi hızlı adımlarla terk eder.)

Melek(Anne):(Kocasının yerine kurulur. Ellerini onun gibi arkaya atar .) Kısa ve güzel bir rüyaydı. Tabii yalnızca şimdilik … (Melek koltukta oturmaya devam ederken perde sonlanır.)

 

 SAHNE3

(Yiğit oyun kolunu eline almış, televizyon karşısına oturmuş oflaya puflaya ve bağıra çağıra oyun oynamaktadır. Nisa odaya girer. Kanepenin ucuna her an kalkacakmış gibi oturur. Elinde telefonu vardır. Telefonu elinden bırakır.)

Nisa(Kız Çocuk):Yiğit naber? Bunu mu oynuyorsun yine! Bak ne diyeceğim seninle bir anlaşma yapalım. (Nisa kollarını birleştirmiş kardeşinin oyun konsolunun önünde yürümeye başlamıştır.)

Yiğit (Erkek Çocuk):Çekil be önümden, rahat bırak beni! Off. Al işte yaa yandım. (Oyun kolunu elinden fırlatır.) Oldukça mutsuzdur. Ablası önünden geçerken kafasını sağa sola uzatarak ekranı görmeye çalışır. En sonunda oyunda yanar ve öfkeli bir şekilde son cümleyi söyler.)

Nisa(Kız Çocuk):İyi ya beni daha dikkatli dinlersin sen de. Ev işlerini paylaşmayı talep ediyorum. (Artık durmuştur. Kollarını hala aynı şekilde tutmaktadır. Ve kardeşine bakar.)

Yiğit (Erkek Çocuk):Ne gibi ev işleri? (Ellerini göbeğinin üzerinde birleştirir. Yatar vaziyette koltukta oturduğu için yavaş yavaş koltuktan kaymaktadır.)Çünkü ben zaten bakkala gidiyorum üstüne üstlük her gün bir de çöpü çıkarıyorum. Daha ne istiyorsun ki benden!(Umursamaz bir tavrı vardır. Son cümleyi söylerken biraz doğrulur.

Nisa(Kız Çocuk):Daha ne mi istiyorum? Kimyasal atıklar kadar tehlikeli kokuşmuş çoraplarını sağa sola bırakmamanı istiyorum. Ya da annemle ben sofrayı hazırlarken televizyonun başına kurulmamanı istiyorum Veya en azından odan her zaman nükleer bomba atılmış gibi görünmesin. Ne bileyim? Öyle çok şey var ki senden istediğim.

Yiğit (Erkek Çocuk): Abla Allah aşkına bir git. Hepsi sonuçta yapılıyor ya kimin yaptığının ne önemi var. Yemek mi yapayım, çamaşır mı sereyim, cam mı sileyim yani! Sen durup durup neden işleri karıştırıyorsun. Bak her şey tıkırında. Herkes olması gereken yerde yapması gereken şeyi yapıyor. Hem kızlar ne zamandan beri erkeklerin işlerine karışır oldular. (Oldukça normal bir şekilde, kıpırtısız söyler.)

Nisa(Kız Çocuk): Haa demek öyle aferin sana aferin anneme de söyle bunları. Herhalde bu sunmak üzere olduğum barış antlaşmasının kesin reddedildiğini gösteriyor.

Yiğit (Erkek Çocuk):Evet ablacığım ayneen ( Bu kelimeyi uzatarak söyler.) Aynen öyle.

Nisa(Kız Çocuk):Öyleyse zaferimi zor yollardan kazanacağım seni gıcık çocuk. Hep keçinin tekiydin sen.


SAHNE 4

(Karakterler ailecek yemek masasına oturmuştur. Sofra, önlerinde hazır bulunmaktadır. Melek masaya koyduğu tencereden aileye çorba servisi yapmaktadır.)

Nisa(Kız Çocuk):Söylediğim şeyler hakkında bir daha düşündün mü? (Annesine bakarak sorar.)

Melek(Anne):Tabağını ver (Kızının sorduğu soruyu duymazdan gelir. Sert bir şekilde bunu söyler. Bir süre herkes sessiz sakin yemeğini yer. Daha sonra anne yüksek sesle ) Herkes çorbalarını bitirdiyse sizinle önemli bir konu hakkında konuşmak istiyorum.(Aile fertlerine tek tek bakar ve oturuşunu dikleştirir.) Ama bundan önce Yiğit tabakları kaldır bakayım. Nisa sen de masayı sil. Sahi işlerinizi bitirince birer tane kâğıt kalem getirin. Hadi oğlum kalk kalk kalk!

Yiğit (Erkek Çocuk):Abla beğendin mi yaptığını! (Nisa’ya öfke dolu bakışlar atar.)

Nisa(Kız Çocuk):Beğenmek ne kelime bayıldım (Kıs kıs güler. Oh olsun der gibi bakar.)(Çocuklar verilen görevleri yerine getirmeye koyulurlar. Anne ve baba konuşmaya başlar.)

Muzaffer (Baba):Ne konuşacağız acaba? Senin için bu denli ciddi ve kabul edilemez şeyin ne olduğunu merak ettim. İkimizin arasında bir şeyse çocukları karıştırmayalım. (Kibarca ve alttan alan bir tavırla söyler.)

Melek(Anne):Sabırlı ol. Bahsedeceklerim ne senin ne de benim tek başımıza çözebileceği şeyler.(Ciddi söyler.)

Yiğit (Erkek Çocuk):Al anne getirdim. (Kâğıt ve kalemi masaya bırakır sandalyesinin başında biraz duraksar.

Melek(Anne):Teşekkürler çocuklar oturun hadi. (Oturmaları için sandalyeleri işaret eder. Anne monoton ve buyurucu bir sele konuşmaya başlar.) Artık bu evdeki tüm sorumlulukların yalnızca bir kısmını üstleneceğim. (Bir kısmına derken üstüne bastıra bastıra söyler.) Bu evin beraberinde getirdiği bütün yükü eşit olarak omuzlamanın daha mantıklı olduğuna karar verdim.

(Çocuklar tartışmayı sürdürürken anne kâğıda paylaştırmak istediği görevleri yazar.)

(Baba olaya birkaç kez müdahale etmeye çalışır. Anne onu durdur.)

Yiğit (Erkek Çocuk):Anne 20 yıldır hepsini yaptın yaptın şimdi mi dank etti kafana. Ben itiraz ediyorum ya. Alıştırsaydın küçükken napalım! Bu yaşa kadar suya sabuna dokunmamış ben bu yaştan sonra ev işlerine yardım mı edeceğim. (Mutsuz bir şekilde itiraz etmektedir gitgide kaşları çatılır.)

Nisa(Kız Çocuk):Bir sus da kadın sözünü bitirsin. (Azarlayarak söyler) Hem sanki 70 yaşındasın sen. Bu yaştan sonra yapmazmışmış. Hayırdır bilmediğimiz bir rahatsızlığınız mı var? Elden ayaktan mı kesildin! Aman diyim sakın yardım etme Allah korusun incilerin dökülür.(Abartılı ve keskin bir dille yer yer yüzünü buruşturarak söyler.)

Yiğit (Erkek Çocuk):Sana ne ya annemle konuşuyorum ben. (Kestirip atar sana ne oluyor de gibi elini sallar tek kaşını kaldırır omuz silker.)

Nisa(Kız Çocuk):(Derin bir nefes alarak kafasını başka yere çevir.) Off!

Muzaffer (Baba):Tamam, tartışmanız bittiyse anneniz devam etsin zira bu konuşmanın gidişatını merak ediyorum. (Eliyle tartışsan çocuklarını gösterir. Sonra eşine devam etmesi için işaret eder.)

Melek(Anne):Siz hazır tartışırken ben de paylaşılması gereken işleri yazdım. (Kaldığı yerden hiçbir şey olmamış gibi devam eder. Tek fark yüzündeki sırıtmadır.)

Yiğit (Erkek Çocuk):Annee… (Kelimenin heceleri üzerinde vurgu yaparak son heceyi uzatır)

Melek(Anne): Hayır, hayır, hayır… Şu andan itibaren itirazların hepsi yetkili ( eliyle kendini gösterir)merci tarafından reddedildi. Konuşmamı bir daha bölmene izin vermiyorum. (Kâğıdı alarak masadan kalkar, maddeleri okur, parmak sallar.) Maddelerin hepsini okumama izin verin.

Yiğit (Erkek Çocuk): Peki…

Melek(Anne):Tamam başlıyorum. Dikkatli dinleyin. Süpürge yapmak, sofrayı hazırlamak, yemek pişirmek, bulaşıkları yıkamak, çamaşırları makinaya koymak, asmak, katlamak, yerlerine yerleştirmek, cam silmek, toz almak, ortalığı toplamak, bakkala gitmek, çöp atmak.

 

(Bu replikler 5. maddeden itibaren Melek’le eş zamanlı olarak söylenmeye başlanacaktır)  (Çocukların konuşmaları sözlü bir tartışmadan gürültülü bir kavgaya dönüşür. Melek bu yüzden masa etrafındaki dönüşünü hızlandırır. Sesini yükseltir. )

Nisa(Kız Çocuk): Bahse girerim sen bunlardan hiçbirini beceremezsin.

Yiğit (Erkek Çocuk):Bilip bilmeden konuşma sen. Annemi dinle.

Nisa(Kız Çocuk):Pasaklısın yalan mı? Temizlikten ne anlarsın?

Yiğit (Erkek Çocuk):Anlamamam işte yararıma bu, kurtulurum.

Muzaffer (Baba):Yeter ya! Bir okutmadınız.

Yiğit (Erkek Çocuk):Baba sen hiç konuşma ikimizi de yerler.

Nisa(Kız Çocuk):Haklıyız ne zaman gördük işin ucundan tuttuğunuzu.

Muzaffer (Baba): Daha dün yemek pişirdim.

Yiğit (Erkek Çocuk): Ben de daha bugün bakkala gittim.

Nisa(Kız Çocuk):Cam silsenize onun yerine, süpürge yapın. Hep kolay şeyleri yaparsınız.

Muzaffer (Baba):Tamam yemek pişirmek madem kolay artık senin sorumluluğunun…

Nisa(Kız Çocuk):Hayır ya!

Yiğit (Erkek Çocuk):Ona verelim ona.


SAHNE 5

(Bir pazar sabahı Melek eline aldığı iki tencere kapağını birbirine vurarak herkesi uyandırır.)

Yiğit (Erkek Çocuk): Anne ne yapıyorsun ya sabahın köründe!

Muzaffer (Baba):Doya doya uyuduğum bir pazar günüm vardı. Onu da aldın elimden!

Nisa(Kız Çocuk):Anne sahiden ne yapıyorsun?

Melek(Anne):Çalışma saatlerinin uzunluğu ve ek mesai ücretlerinin yokluğu nedeniyle artık grevdeyim. Daha fazla çalışmayı reddediyorum.  Bilin istedim.

14 Haziran 2021 Pazartesi

KAYITSIZ ÇOCUKLUĞUM


 YELKENLER FORA

Çocukluğuma dair yıl sonu fotoğraflarına baktım az önce. Neredeyse her biri birbirinden absürt ve komikti. Biraz da tuhaftı. O yıllarda arkadaşlık yaptığım çocukların hayatımda yalnızca kısa dönemli oyunculuk yaptıklarını yeniden kavradım. Şüphesiz benim varlığım da belirli bir dönemde onlar için figüranlık yerine geçti. Ama onları severdim birlikte yaşattığımız kayıtsız çocukluğum benim için daima hoştu. Küçük meraklı kafalarımızda ne ölümle ilgili metaforik saptamalar vardı ne de engin yaşam felsefemiz. Yarım insancıklardık diyebiliriz yani. Evet; öğrenir, keşfeder, sorar ve çözerdik. Fakat ihtiyaçlarımızdan fazlasını değil. Hayallerimiz gerçek olurdu düşlerimizde mutlaka, bambaşka hayatlar yerine oyuncaklar seçerdik. Yavaş yavaş güya öğrenmemiz gereken şeyleri öğrendik. Leyleklerin bizi getirmediğini, insanların gerçekten kötü ve tehlikeli olabileceğini, zaman denen şeyin su gibi akıp gittiğini öğrendik. Şu an hepimiz farklı küçük dünyalarımızda kendi küçük figüranlarımızı bulduk. Ve oyunlarımızı sergilemeye çoktan başladık bile. Hayatın bitmek bilmez gibi görünen çok perdelik bir tiyatro oyunu olduğunun da farkındayız artık. Minik bedenlerimiz ve tatlı zararsız fikirlerimiz yerini şimdiki bizlere ve büyük fikirlerimize bırakalı epey oluyor. Bu biçime girmeyi biz arzulamadık yaşam arzuladı. Yaşam pek çok konuda acımasız olabilir. Bizi zaman tünelinin sonuna yaklaştırmayı seçen de o. Ancak bazen merhametli de olabilir. Yaşamı engin bir okyanus gibi düşünecek olursak gemiler ufak yaşam parçalarıdır. Ve bizler kendi gemimizin kaptanlarıyızdır. Herkes kendi geleceğine yelken açar. Yaşamın merhametiyse şudur: Yazgımız o engin denizdeki dalgalardır sadece. Ne gemimizin kaptanıdır ne de tayfası. Geleceğimizin yönünü her daim biz çizeriz. Birçok deneyimin barındığı bu yaşam okyanusunda geminizin her daim istediğiniz rotada olması dileğiyle…

Benim kayıtsız çocukluğum
Hangisi benim sizce?

Ve  bonus

Bu da bir başka bonus





13 Haziran 2021 Pazar

YOO DELİRMEDİM HENÜZ




                                                                  20.06.2019               
    Sevgili atlıkarınca sahibine;

Dostum seni seviyorum. Gerçek kahkahaların içinde bir işe sahip olmak herkesin elde edeceği bir şey değildir herhalde. Eğlence hakkında düşününce aklıma ilk gelen sen oldun. Sıkışş bir aptallığı simgelemedikçe atlıkarıncanın dönmesi epey eğlenceli görünüyor uzaktan. Yaz akşamları insanlar sizin parka doluşmaya başlamıştır bile. Evet, insanlar soğuk bir poyrazdan çok ılık bir meltemin eteklerini yırtmasına izin verir hep. Ne bayağılık. İnsanoğlu tamamen aptal… İkisinin verdiği duyguyu tatmamış kişiler seçim yapmamalıdır. Öyle kişileri atlıkarıncana bindirme lütfen çünkü onlar o parıltılı aletin onları neredeyse ruhani bir yolculuğa çıkardığından bihaberdir. Bu kavrayışa erişemeyen insanlar dönme dolap ve atlıkarınca arasındaki ince çizgiyi tümüyle es geçenlerdir. Demem o ki; o türe mensup yaratıklar kendilerini bilmeyenler, bile isteye bilmemekte diretenler ve bilmek bilmemek üstüne hiç düşünmeyenlerdir. Bir gün beni allı pullu atlarıncana bindirirsen bundan büyük onur ve gurur duyacağımı şimdiden belirtmek istiyorum. Yaptığın işe saygım sonsuz. Sen de kafaları ters yöne çalışanlar arasında kazandığın değerli statüyü kaybetmemek için çabala. Aksi takdirde biz saygın atlıkarıncacılar seni çıkardığımız yerden indirmesini de biliriz.

        Atları, atlıkarıncayı, atlıkarıncacıyı, atlıkarıncacıları seven eğlence düşkünü dünyevi bir mahlûk

Adres: Öyle sağda solda gerçek gülücüklerin olduğu her yer
                                                 

EVREN FISILDADI


 

DÜŞMÜŞ İNSAN

Acı çığlıklar gibi yürek yakacak o

Sonsuz bilinmezliğin tek adı olacak

Onun attığı adımlara kimse varamayacak

O Ay’ı kalkan, Güneş’i kılıç yapacak

 

Bunun gibi fısıldanan uğursuz dizeler var kulağımda

Gözlerimde kat kat karanlık bir perde

Dünyamın rüya olduğu, her türlü şeyin son bulduğu

Soğuk nemli beşiğimdeyim

Tıngır mıngır sallanmakta âlemden âleme süzülmekteyim

Sonra beni nazikçe tutup kaldırdılar.

Göğün sonundan aşağı fırlattılar.

Döne döne düştüm, tutuştum ve parladım.

Baktım ki yeryüzünde cürmüm kadar yer yakmadım.

27 Nisan 2021 Salı

ÖPÜŞELİM, BARIŞALIM

 


                                                                                                                                                                                26 NİSAN 2020

Saygıdeğer Şiirselliğim;

Affınıza sığınarak bu mektubu kaleme alıyorum. İkimizin de bildiği üzere bir süredir sizi ağırlama fırsatına nail olamadım. Keyfinizi kaçırıp yüce varlığınızı eleme sürüklemek gibi bir niyetim yok. Yanlış anlaşılmaların önüne geçmek adına bu hususta yeniden özür diliyorum. Fakat takdir edersiniz ki aramızdaki artan mesafenin hızını kesmek son derece önemli ve elzemdir. Hatta bu konu çeşitli yanlardan benim için hayati önem arz eder. Sizden ricam güzelliğin somut ulakları olan nice kelimeleri zihnimden esirgememenizdir. O tatlı misafirleri ağlar vaziyette görmek beni harap ediyor. Sonrasındaysa bedenim onlara katılıp dinmez hıçkırıklara eşlik ediyor. Bildiğiniz gibi demirden bir gövdem varmışçasına çıktığım savaş meydanlarından kolay kolay eli boş dönmem. Ama bu cesur ve pek yürekliliğin ardında sizinle örülmüş hassas ağlar yer alır. Sizin ateşinizin içimde sönmüş olabileceği fikri bile beni korkudan tir tir titretiyor.  Hayatım, sizin benimle beraber olamadığınız bir geleceği haşince reddediyor. Yalvarırım başka tatlar almama, yeni sesler duymama, dünyaya ayna tutmama ve tekrar zihnimi tanımama yardımcı olunuz. Pek çok şeyden vazgeçebilir, sizi onların hepsine tercih edebilirim. Yüreğimin gücü bitene, gözlerimin feri sönene kadar size inanacağım. Siz gerçek olan her şeyin yegâne bütünüsünüz. Temsil halinde bulunduğunuz bin çeşit vakıa inanın ki masallardaki türlü mücevherden, gözlerdeki sevgiden, dillerdeki büyülü ezgiden çok daha üstündür.

                 Kendinden yüz çevrilmemesini uman sadık yardımcınız.

Adres:

Kaf Dağı’nın eteğindeki

şler şehri (Kime sorsanız gösterir.)

26 Nisan 2021 Pazartesi

NEREDEYSE

 



NEREDEYSE

   Sanki çok uzak görünen büyülü bir tuzak… Öyle sevimli görünüyor ki insanın gidip tuzağa düşesi geliyor. Bu tuzak dediğim olgu aslında pek de benzemiyor tuzağa. İçine düşseniz idrak edemeyeceğiniz türden… Biraz bilinçaltı biraz bilinçdışı bir hadise… Bizden taa içimizden çıkmış karanlık bir kasırga… Yok edici gücü iflah olmayan önüne kattığını kasıp kavuran saklanmış çirkin yüzümüz… Geçmişe kıyasla modern varsaydığımız toplumda bambaşka şekillerde gün yüzüne çıkıyor. Ve her daim ardında buruk acımsı bir tat bırakıyor. Elbette fikirlerle oluyor bu. Fikirler yerinde panzehir yerinde zehir… Yeni dünya bize pek çok farklı fikir kazandırdı. Kapitalizm ve sekülerizm bunlardan yalnızca ikisi. Tabii bireyciliği es geçmemek gerek. Bu koşullar altında hayatımızın ipleri elimizden yavaş yavaş kaydı. Başta kendimize, bize benzeyenlere sonra bize benzemeyen diğer herkese yabancı olduk. Ayırdık, böldük, parçaladık… Çok mu zevk aldık orası muamma.

    Kimilerine göre özgür ve seküler yaşamın meyveleri korkusuzca yenmeli. İnsan aşmalı kuralları hatta gücü yetiyorsa onlar yokmuş gibi yapmalı. O zaman her şey daha kolay, hayat da tozpembe… İçip dağıtmalı, sövüp saymalı ve öpüp sarmalı… Ya ne manası var bunlar olmadan yaşamanın! Saldırmak üstelik var gücüyle… Kuduz bir köpek gibi… Karşı tarafı alaşağı edene dek durmamalı. Bir tek kendine benzeyeni sevmeli insan, değil mi? Biricik olan sen ve sana benzeyen türevlerin köşe bucak kaçmalı diğerlerinden. Dışlamalı, aşağılamalı onu. Onun insan olduğunu unutmalı ki yeterince incinsin. Evet, o; öbür taraftan, diğer takımdan… Ezmeli onu. Sonuna kadar gitmeli. Farklı olanın canına bugün okumazsan yarın ne olacak? Yobaz, gerici, türbanlı, cahil… Farklı çok farklı senden... O senin gibi sevmez. Öpmez, koklamaz ve sevişmez… Ne bilsin aşkı, sevgiyi? O içmez senin gibi. Acıdan anlamaz, varoluş sancısı çekmez. Kafası yok ki dağılsın, değil mi? Okumaz, okusa anlamaz. Bilmez Eflatun’u Dante’yi. Evrim deyince maymun muyum, Big Bang deyince tanrının işi der sıyrılır işin içinden. Acaba ne yapıyor şimdi, ne geçiyor aklından? O da seni düşünüyor belki. O da sana giydiriyor içinden bir bir. Namussuz, zındık, yollu, imansız… Sen de böylesin onun için. Sen de tehditsin. Öngörülemez korkunç bir yabancısın onun belleğinde. O da senin sonun olmak istiyor. Kin kusmak sana, çılgınca yargılamak seni… Sana, senin özüne saldırmak istiyor. Savaşması gerektiğini düşünüyor seninle. Bilirsin iman küfür savaşı hiç biter mi? Ona göre nedensizce asisin. Korkaksın, kaçabildiğin kadar kaçıyorsun. Körsün, bir türlü görmek istemiyorsun gerçekleri. Ya da daha kötüsü güneşi balçıkla sıvamaya kalkıyorsun. O hayatından memnun hor görülmeyi hak etmediğini düşünüyor. Eğer hor görülmesi gereken biri varsa o sadece sensin ona göre. İnsanlara yardım etmenin, alçakgönüllü olmanın, elden geldiğince paylaşmanın nesi kötü? Bu neden reddedilir bir türlü anlamıyor, sen tam bir mankafasın onun için. Teslim olmak, kabullenmek ve ihtiraslara karşı koymak bu kadar zor olabilir mi? Olamaz; o zaman sen zayıfsın, zavallısın onun zihninde. O beş vakit tanrısının önünde eğilir. Sense isyankâr bir başsın onun için. Hem ona hem dokunulmaz tanrısına saldırıp duran bir pislik… Yanlışsın çok yanlış ona göre.

   Keyfince yaşayan sen ve kurallara boyun eğen o… Ne çok benziyorsunuz uzaktan. Gökteki yıldızlar ve kumsaldaki kumlar… Yanınızda hiç kalır. O da iç çekiyor bazen derin derin aynı senin gibi. Bir öküz oturuyor böğrüne kalkmak bilmeyen. Onun da kabuk tutmayan yaraları var. Duygusal buhranları, çıkmaz sokakları, sonsuz açmazları… Zaman ona da göreceli, saniyeler geçmek bilmiyor bazen. Mütemadiyen korkuyor gelecekten. Zamanı gelip çattığında getireceklerinden… Keşkeleri var sürüsüne bereket. Pişmanlıkları üstüne çullandığında teker teker o da boncuk boncuk terler. Biri var onu da heyecanlandıran. İstemese dahi her an aklını kurcalayan. Bakmaya kıyamadığı, dinlemeye doyamadığı biri… Dünyayı yeniden sevdiren, aklını fırıl fırıl döndüren… Muhtemelen o da seninki gibi kâbuslar görüyor arada. Korkuyla fırlıyor yataktan. Endişeyle siliyor o kareleri aklından. Seviyor sokaklarda, caddelerde dolaşmayı. Hele bahar gelmişse tümden unutuyor evde durmayı. O da okşuyor bir sokak kedisinin yumuşak tüylü başını. O da Galata’nın sokaklarında gezerken sarhoş oluyor içkisiz. O da her şeye rağmen yürekten seviyor bu garip şehri. Eminönü’nde balık ekmek; Ortaköy’de kumpir… Üsküdar’da Kız Kulesi ve Kadıköy’de vapur keyfi…  Hafta içi son gün o da tekli koltukta sızıp kalıyor. Uyandığında yorgunluk nedir bilmiyor. Evet, o da senin gibi hiç boş durmuyor.  O da gülüyor, ağlıyor senin yaptığın gibi. Bazen hiç ağlamayacakmış gibi coşkuyla… Bazen bir daha gülemeyecek gibi acıyla… Ve o da acaba diyor her gece içinden. Acaba gerçekten farklı mıyız o kadar? Size bir sır: Bırakın farklıyı neredeyse aynısınız. Neredeyse…

MERAKLISINA NOT: Filmi izlemeyi düşünenler ideolojilerini bir kenara bıraksınlar. Çok ahım şahım bir film olmamasıyla beraber bu satırları bana yazdıran o filmdir. Esaret nedir, özgürlük nedir denk gelirse senaristle uzun uzun tartışılır, konuşulur. Fakat beğenmediğiniz sahneler için beni yormayın. 

21 Nisan 2021 Çarşamba

BENDEN SİZE BİR HİKAYE

 

 
 DİPSİZ KUYU

   Saat 10.00. Şimdi söner ışıklar. Hala söndürmediler. Hah şimdi söndü işte. Üç dakika; tam üç dakika geciktiler. Böyle bir şey hiç olmamıştı. Hoşlanmadım bundan kuralları ve tekdüzeliği severim ben. Her gece olduğu gibi karanlığın getirdiği ani bir sessizlik oldu. Bunu horlamalar ve yavaş soluk alıp verişler takip etti. Bulutlu havadan dolayı içerisi ay ışığıyla pek aydınlanmıyordu bu gece.  Pencere rüzgârın uğursuz fısıltılarını içeriye taşıyordu. Rüzgârdan hep nefret etmişimdir. Göz yuvalarımı kuruyuncaya dek tozla doldurur, saçlarımı zehirli yılanlara dönüştürür o. Çeşitli boy ve şekilden birkaç genç beden, yataklarında döndü. Ranzalardan tiz gıcırtılar yükseldi. Ben nasıl yatarsam öyle kalkarım. Dirim de ölüm de birdir. Cesedim ile bedenimi yalnız ölüm meleği ayırt edebilir. Bununla övünürüm de. İnsan benim gibi olmalıdır: Düz dümdüz. Tüm ayrıntılarını ezberlemiş olmama rağmen ranzamın tavanına son bir kez sabit bir şekilde baktım. Sonra yavaşça kapattım gözlerimi. Pencerenin yanındaydı benim ranzam ve lanet güneş sabah oldu mu beni uyandırmak için en küçük ışık huzmesini bile kullanıyor. Göz kapaklarım yanmaya başladı yine. Göz kapaklarımı kırpıştırarak açtım gözlerimi. İçimden güneşe söverek doğruldum yatağımda, hoş ayı da sevmezdim ya neyse. Bu arada haşin nöbetçi boğuk sesiyle diğer öğrencileri uyandırmaya başlamıştı. Yatak örtülerimi toplarken göz ucuyla diğer oğlanları izledim. Ne kadar beceriksizlerdi öyle! Diş ve saç fırçamı alıp lavabolara doğru yola koyuldum. Lavabolar karşı bloktaydı ne saçmalık! Buranın mimarisini ancak zevksiz biri tasarlamış olabilirdi. Genel olarak dört koca silindir bloğun üzerine yerleştirilmiş cam bir çatıdan oluşuyordu. Her kata çıkan iki mermer tırabzanlı merdiveni üç balkonu ve geniş bir bahçesi vardı. Kısacası rezalet. Balkonlara zaten çıkamazdık. Süs havuzunun devridaim yapan suyu sidik kokardı. Hele bahçedeki kuşlar o kulak tırmalayan sesleriyle ötüp dururlardı. Lavaboya geldiğimde oraya kök salacak kadar bekledim. Nihayet sıra bana geldiğinde uyuşukça dişlerimi fırçalayıp, saçlarımı taradım. Kahvaltı için yemekhaneye indiğimde her zamanki yerimin boş olması beni memnun etti. Tabldot kahvaltımı alıp oraya geçtim. Genelde kimseyle oturmazdım. Onların aptalca söylevlerini duymak istemediğimi ve sivilceli çirkin yüzlerinden iğrendiğimi anlayınca beni kendi halime bıraktılar. Yalnız her yıl olduğu gibi bu yılda yeni sınıfların beni rahatsız edip etmeyeceklerini bilmiyordum. Korktuğum başıma geldi. Ve on dakika sonra bücürün teki karşıma oturdu. Bir buzul dağını andıran bakışlarla süzdüm onu. Sert ve soğuk... İğrenç bir suratı vardı. Orantısız gözleri tabağımdaki yumurtanın dağılmamış sarısına benziyordu. Burnu küçücüktü. Saçları kısa kesilmiş olmasına rağmen sarı bukleleri yine de dağınık görünüyordu. Bana güneşi hatırlattılar, yüzümü buruşturdum. “Yeniyim, merhaba.’’ dedi. Ona birkaç saniye daha baktım ve bakışlarımı dikkatimi ondan daha çok çeken kahvaltıma çevirdim. Ortak bir nokta bulmaya çalışır gibi “Ne hoş domatesler! Hem de kırmızılar.” dedi.  Ben de “Kan da kırmızıdır. ”dedim. Sustu biraz sonra devam etti. “Peki, sen hangi rengi seversin?” “Hiçbirini” dedim. Biraz da hışımla “Benim tek sevdiğim şey nefrettir.” deyiverdim. İyice keyfim kaçmıştı. Bir daha konuşmamak üzere kahvaltıma gömüldüm.  Biraz daha havadan sudan konuştu. Sonra o da kahvaltısına yöneldi. Şapırdatarak ve ağzı açık bir şekilde yiyordu. Tüylerim diken diken oldu. Ellerim karıncalandı. Ağzındakilerden bir dizi artık parça ellerime sıçradı. Yumruklarımı beyazlayıncaya kadar sıktım. Sonra sertçe çatalımı masaya koydum. İrkildi, ağzındaki son lokmayı yuttu. Daha da büyüyen o çirkin gözleriyle bana baktı. “Yeter, çiğnediğin iğrenç şeylerin ağzındaki daha da iğrenç olan devinimlerini görmekten sıkıldım. Ellerimde senin çiğnediğin her şeyin kalıntıları var.”diye bağırdım. Hızla kalktım taburem geriye savruldu. Kalktığım gibi koşar adım lavaboya gittim. Tuvaletlerden birine girdim. Sırtımı kapıya verdim ve bacaklarımı karnıma çekip yere oturdum. Soğuk fayanslar tüylerimi bir kez daha ürpertti. Kalbim deli gibi atıyordu. O an kalbimden de nefret ettim. Sonra aklıma tüm o nefret edilesi şeyler geldi. Öğürme isteği geldi içimden. Doğruldum; gözlerimdeki yakıcı gün ışığını, kulaklarımdaki rüzgâr fısıltılarını ve midemdeki kan kırmızı domatesten arta kalanları tuvaletin kara deliğine boşalttım. Rahatlayamamıştım bir şeyler vardı beni huzursuz eden. Oysa ne güzeldi her şey böyle. Hiçbir sorunum yoktu. Peki, neden bu kadar bunalıyordum zaman zaman? Deliğe yeniden bakınca sorumun cevabını buldum. Ben içini nefretimle doldurduğum dipsiz bir kuyuydum. Ve çok yakında boğulmaktı tek korkum.

12 Nisan 2021 Pazartesi

DANGALAK KİM?

 

 




DANGALAK KİM?

Her birimiz az biraz dangalağız yeri geldiğinde. Tabii kesin bir tanımlama öğrenmek istiyorsanız TDK’ye bakın derim. Ama bence dangalaklık en gereken yerde kafanızı kullanamamaktır. Hani bazen çalıştır saksıyı deriz ya hah işte dangalaklık maalesef saksıyı çalıştıramamaktır biraz. Mesela günlük yaşamımızdan hatırı sayılır dangalaklara bir bakalım. Dangalaklıkta çığır açmış yetmemiş bir de kriminal boyuta geçmiş biriyle başlayalım. İlk sırayı hak eder mi bilmem ama Orhan ağabey zirveyi zorlar. Orhan ağabeyiniz var mı bilmem. Fakat ona haber bültenlerinde sıkça maruz kalıyoruz, oradan hatırlayıverin. Orhan ağabey, ağır ağabeydir. Henüz iki lokma zıkkımlanmadan kahveye damlar. Hayatta tek derdi vardır: Okeye dörtlü bulmak. Kendini 'adam'diye tanımlar. Ne demekse! Kahvedeki performansı harikadır. Kahveci pek bir memnundur bu ağabeyden. Belki bir o memnundur. Yalnız siz bir de düğünde, bayramda görün ağabeyimizi. Kuru sıkı mı değil mi meçhul elinde muhakkak bir tabanca tak, tak, tak… Hemen akabinde yorgun mermi dehşeti… Belki gelin belki damat, kayınvalide, bacanak ya da daha bahtsız iki sokak ötedeki çocuk… Orhan ağabey böyle işte… Ona ne desen boş. Tamı tamına bir dangalak anlayacağınız. Daha masum olmasına rağmen dangalaklıktan tam not almaktan kurtulamayan bir başkası: Nurten teyze… Yok mu evinde süpürge olduğu halde halıları silkeleyen teyzem işte o Nurten teyzedir. Eksiksiz bir titiz pasaklı kendisi... Aman evim temiz olsun da sokağı leş götürsün ne olacak der. Dünya yansa yorganım yok cinsinden. Unutmadan söyleyeyim yeni model dangalaklardan Bora var bir de. Bora kim biliyor musunuz? Bora, 20 bilemediniz 26 yaşında genç bir delikanlı. Öyle böyle değil ama deli deli akıyor kanı. Bora, babasının gençliğini feda edip kurduğu işlerin meyvesini yiyen altın çocuk. Üstü başı, altındaki arabası dudak uçuklatır türden. Arabası en fazla iki yıl öncesinin pahalı mı pahalı havalı bir spor modelidir. Bu çocuğumuz geçmişte pamuklara sarılıp büyütüldüğünden hayatın sillesini yememiştir. Yaşamın ciddiyetine varamayan bu zavallı yitik oğlan çocuğu yaşarken bir türlü erişemediği heyecanı yollarda bulmayı dener. Otoyol, otoban, çevreyolu oğlana vız gelir tırıs gider. Basar da basar gaza.  Makas atar, drift yapar. Şu ana kadar hiçbir şey kaybetmemiş olan çocuk canını kaybedebilecek olmanın bilincinde değildir hala. Yetmezmiş gibi masum masum kurallara uygun seyreden bizleri de tehlikeye sürükler. Buyurun buradan yakın. Bre, dangalak kere dangalak Bora! Şimdi Mahmut dayıya bakalım. Yok yok sadece ben tanımıyorum onu siz de yakinen tanıyorsunuz. Var ya yolda yürürken akciğerlerini tükürürce balgam atan dayı tam o işte. Belli, bir akıl noksanlığı burada da var. Söyleyin bana bu da dangalaklık değilse ya nedir? Bakınız bir başka dangalak: Aleyna… Bu kızcağız ikizler midir nedir bilinmez bir yaptığı diğer yaptığını tutmaz. Hoş, burçlara inanmam ya neyse. Aleyna; görülsün, sevilsin ister. Eee ne olmuş ben de istiyorum demeyin hemen. Aleyna bir başkadır insanı hasta eder. Aleyna’lara ilgi duymaya başlayan çocukların hali haraptır. Aleyna önce git der sonra gel ister. Aklınca naz yapıyordur. Sorana ağırdan satıyorum kendimi der. Bak bak adını da koymuş. Allah'ım sabır ver. Hayır diyormuş ama peşinden de koşsun istiyormuş. Kızım sen manyak mısın? Evet mi hayır mı? Doğru düzgün bir şey söyle de rahatlayalım hepimiz. Sonra ucu biz ne istediğini bilen kadınlara dokunuyor. Nasıl mı? Erkekler seninle olan beraberliklerinden sersemlemiş ayrılıyor. Kalsınlar mı gitsinler mi iyice şaşırıyorlar ne yapacaklarını. Hayır desen bile acaba acaba diye yiyip bitiriyor zavallılar kendilerini. Yani aslında suç onların değil hep şu dangalak Aleyna’ların.

NOT: İsimler yalnızca belirli tiplemeleri belirtmektedir. Üzerinize alınmayınız. Lakin ille de isterim diye tutturursanız buyurun alının üzerinize, bana ne.

11 Nisan 2021 Pazar

DÜŞLERİM ISLAK



 ISLAK DÜŞLER VE BİR ÇOCUK

Birkaç sene önce bir yaz günü ikindi vaktinde,

Küçük bir kız elinde Arap sabunuyla çıktı bahçesine.

Rüzgar esti, otlar bozdu sessizliği; çınar dahi dile geldi.

Bunları duyan küçük daha bir heveslendi.

Bir halıya baktı bir de elindeki sabuna,

Köpürteceği köpükleri hayal etti: Bolca köpük bolca…

Halı önüne boydan boya serildiğinde

O hayallerini çoktan doldurmuştu ceplerine.

Bir baloncuk hayal etti kendini içine alan

Durdu ve düşündü kendince, bilinçaltında da yoktu ki onu durduran

Fırçalar ve kovalar da gelince halının yanına,

Büyüklerle birlikte girişti o da halıya.

Çoktan baloncuğunun yerini çeşit çeşit hayaller doldurmuştu.

Fırçalıyor, köpürtüyor sadece eğlencesine aldırıyordu.

Kâh bir sihirli uçan halı oluyordu tülermiş halı

Kâh önüne serilmiş kırmızı bir halı

Çok geçmeden bir ritim tutuldu.

Örgüler omuzlara vuruldu.

Küçük Arap sabununun kokusu genzini yakıp parmakları buruş buruş olana kadar devam etti.

Bu zaman içerisinde ıslandı ve köpüklendi.

Cebindeki hayalleri birden aklına düştü.

Ne olduğunu merak edip baktığında ıslak bir düş öbeği gördü.

Tatmin olmuşluk ve çocuklara özgü bir mahzunlukla en sonunda çekildi kenara.

Şimdilerde bunu yazan da az çok her şeyden zevk almaya çalışıyor hayatta.


OLDUKÇA ERKEN



SAAT ÇOK ERKENDİ

Bugün oldukça erken kalktım. Kuş gibiyim. Kuş kadar hafif… Sırtımda bir çift kanat var. Her şey çok mümkünmüş gibi şu an. Güneş doğmadı daha. Ama güneş bile olabilirim sanki. Belki evrenin değil ama kendi karanlığımın sonsuz güneşi olabilirim. Evet, bugün benim için en somut gün. Yokluk ve varlık arasındaki ruhum kadar somut. Bugün gün doğmadan değişeceğim. Ve beraberimde içime benden bir enkaz gömeceğim. Çıkar yolu yok bir şekilde değişmeliyim. Kozadan çıkan bir kelebek olabilirim. Ama her değişim de güzel olmayabilir. Belki de şu andan itibaren ölene dek yalnızca paslanırım. Bedenim eski bir makine gibi çarkları durana dek çalışır. Ama umutlu olmak sizi en kötüsünden kurtarır.

9 Nisan 2021 Cuma

KOYUN MUSUN?

 

 

KOYUN MUYUZ?

Hep çok yakından baktık,

Sadece gördüğümüze inandırıldık.

Hiç görmedik hatta duymadık,

Bir adım uzaklaşıp büyük resmi görmeye,

Hiç mi hiç çalışmadık.

 

Gruplara dâhil olmaktı felsefemiz,

Kalıplara tam sığmaktı hadisemiz.

Büyük kitlelerin küçük birimleri olduk,

Herkesin istediği insanlık rejimini kurduk,

Sadece koyunlar gibi takip ettik ve meleşip durduk.


2 Nisan 2021 Cuma

BAZEN HER ŞEY EKSİK

 




DUVARLAR YIKILIR

İpteki cambaz misali düşüncelere meydan okuyorum.

Onlara karşı geliyor kurallarımı çiğniyorum.

 

Parmak uçlarımda, boğulmamaya çalışıyorum suda.

Uçurumlarımın sonunu, hayallerimin sınırını bilmek istiyorum.

Ne yaprak döküyorum şimdi sonbaharda ne de çiçek açıyorum ilkbaharda.

Kafamdaki zincirleri çekiştirmeyi bıraktım, ebedi sessizliğe büründü aklım

 

Mantık; beni bu sarp kayalıklarda bırakıp çekip gitti uzaklara

Başı olmayan sonu gelmeyen arsız duygular kaldı bir tek bana

Serzenişlerim kulağıma geliyor yankılanıp sanki aciz bir kimse yardım istiyor çaresizce

 

Ne yapmalıyım ki ben!

Durgun sularım taşkın deniz, berrak ufuklarım oldu puslu bir iz

 

Deniz ve gökyüzü artık uyandırıyor içimde boş bir his,

Sadece gözümü yoruyor dalgaların kıvrımları.

Semadaki beyaz puf bulutlar bana sıkıntılarımı hatırlatır oldular.

Daha heybetli artık dağlar ve daha keskin esiyor rüzgâr.