29 Haziran 2021 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 97

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 97



"Hayatta en çok neye veya nelere önem verirsiniz?"

Seriye zor bir soruyla giriş yapmış bulunuyorum. Konuyu seçen Deeptone’a teşekkürler. En çok mu bilmem fakat aklıma ilk gelen önem verdiğim şeyleri yazdım. Keyifli okumalar dilerim.

      Her ne kadar bu durumdan hoşlanmasam da biz insanlar sosyal yaratıklarız. Bu da beraberinde çeşitli ihtiyaçlar getiriyor. Örneğin konuşmak, anlaşmak, paylaşmak ve kaynaşmak bunlardan bazıları… Önemli, değerli olduğumuzu hissetmek istiyoruz. Sevildiğimizi bilmek, özel olduğumuza inanmak… Bu sebeplerden dolayı sosyalleşmek benim için son derece önemlidir.

      Kendini koruma mekanizması mı dersiniz bilmem ama yeni girdiğim bir ortamda hızlıca kendimi tanıtır sonra diğer insanları tanımaya çalışırım. Belki bu şekilde yabancı ve tanınmaz olanı bilinir kılıp rahatlıyorumdur. Kim bilir? Bunun dışında insanlarla konuşmayı, tanışmayı severim. Ne kadar farklı insanlar olurlarsa bu o kadar hoşuma gider. Kimle ne şekilde konuşmalıyım, nelerden bahsetmeli ve nelerden bahsetmemeliyim gibi soruların hepsini sohbet ede ede öğrendim. Yani iletişim benim için son derece önemlidir.

      İkinci sırayı aileye veriyorum. Aile, bizim toplumumuzda toplumun en küçük yapı birimi olarak kabul görüyor. Bir ara bu duruma acayip sinir oluyordum. Yalan yok bireyciliği çılgınca savunduğum zamanlar oldu. Eskiden toplumun bireylerden oluşması gerektiğine tüm kalbimle inanıyordum. Ama şimdi işler biraz olsa da değişti. Etrafta ailenin bireyler üstündeki olumlu ve olumsuz etkilerini gördüm ve biraz yumuşadım.

     Dediğim gibi aile benim için önemli olan kavramlardan biridir. Nazara inandığım için uzun uzadıya anlatmayacağım. Ama ufak bir ipucu vereyim: Herkes ailevi problemlerden bahsederken ben susardım.

     Önemli gördüğüm şeylerden biri de yazmaktır. Yazmak benim için damarlarımdaki kan gibidir. Gayet sıradan ve tabii bir ihtiyacımdır. Kendimi bildim bileli yazarım. Ufacık ellerimle dedeme, babaanneme yazdığım şiirler hala durur. Bir de yine küçükken börtü böceğe methiyeler düzdüğüm metinlerim vardır. Hatta bir videoda ‘Ne olacaksın?’ sorusuna ‘Yazar.’ der cevabı yapıştırırım. Hayat konusunda çocuklar hep daha iddialı olur bilirsiniz. Minik versiyonumun bu ölçüsüz davranışını affediniz. Elbette iki metin bir şiir yazan yazar olamaz. Sağlam bir yürek ve açık bir zihin gereklidir. Ama hayal gücünün sonu yok.

       İnançlı biriyim. Bu nedenle dinime önem verir gerektirdiklerini yapmak için elimden geldikçe çaba sarf ederim. Onu araştırırım, incelerim. Yeri geldiğinde yumuşak, tatlı bir dille sadece anlatırım. Benden kat kat güçlü bir yaratıcının varlığına sığınmak içimi huzurla dolduruyor. Bu sizin için değişebilir tabii. Belki uzak doğu felsefelerine ilgi duyuyorsunuz. Ya da bin bir çeşit din felsefesinden birine… Ya da belki metafizik size tamamen saçma geliyor. Hepsi imkân dâhilinde… Fakat huzuru bu saydıklarımın içinden birinde hala bulamadıysanız çabalamayı bırakmayın. Çünkü bulduğunuzda tadına doyamıyorsunuz. Huzur pek çok şeyin üstünde şahane bir duygudur.

      Şimdi aklıma kitap okumak geldi. Kitaplara da epey önem veririm. Küçükken kitap okuma alışkanlığı kazandığım için çok mutluyum. Buradan bunu sağlayabilen tüm ilkokul öğretmenlerine kucak dolusu sevgiler gönderiyorum. Benim için kitap okumak çizgi film izlemek kadar zevkliydi. Belki çok güzel kitaplarla karşılaştım ya da doğru şekilde yönlendirildim. Hangisi oldu bilmiyorum ama ne olduysa çok güzel olmuş. Kitaplarla ilgili serüvenime klasiklerle başladım. Tabii ince, sadeleştirilmiş halleriyle haşır neşir oldum önce. İlk kez orada maceracı çocukları, aristokrat kadınları, can dostu evcil hayvanları tanıdım. Kitaplar benim için hala eğlenceli ve öğretici bambaşka diyarlardır.

      Sıralamayı doğru yaptığımdan pek emin değilim. Çalakalem yazıyorum. Siz de takılmayın buna. Aklıma, sağlık geldi. Yedi canı kalan bir kedi olarak konuşmam gerekirse sağlık çok çok önemlidir. Genelde şanslı olmama rağmen dört ayağımın üstüne düşemediğim de oluyor. Siz siz olun önceliği sağlınıza verin. Bu işin şakası yok. Her şeyin başı sağlık…

      Sahi es geçemeyeceğimiz bir konu daha var: O da para. Ne diyor şarkı ‘Para, para, para varlığı bir dert yokluğu yara’… Aslında her şey tertemiz özetlenmiş. Ama ben şahsi kanaatimi söyleyeceğim. Bana göre para bir amaç değildir yalnızca araçtır.

      Tüm bunlar dışında nezaket de önemlidir. Kimse kendisine kaba davranılmasını istemez. Biz kibar ve nazik olursak bize de arzu ettiğimiz gibi davranılır. Her türlü şartta kibarlığı elden bırakmamakta fayda var. 

      Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım sıkmadım.

24 Haziran 2021 Perşembe

BİZİM İÇİN ÖL

 


    BÖLÜM 5

      ‘Hadi söyle o zaman ne bu? Meraklandırma beni.’ dedim. ‘Bu birkaç ay önce beni tehdit etmek için kullandıkları mermi kovanı.’ dedi. ‘Şu kargoyla gelen mi?’ dedim. ‘Ta kendisi…’dedi. ‘Şu ana kadar kimlerin seni tehdit ettiğini öğrendiğini umuyorum Karmen. Bu bilgi bayağı işimize yarar. ‘Öğrendik tabii öğrenmesine ama isimlerini net hatırlamıyorum. Bir bakayım. Pınar’a söyleyeyim arşivden birkaç dosya getirsin.’ dedi. Kısa bir telefon görüşmesi yaptı. ‘Hem tehlikeye atılan bir tek ben değilmişim demek ki.’ dedim. Karmen bıkkınlıkla cevap verdi. ‘İkisi aynı şey değil bir kere. Sen kendini riske atıyorsun. Ben onca önleme rağmen kendimi riskin içinde buluyorum. Çok farklı yani...’ ‘Aman ne dersen de ben sonuca bakarım.’ dedim. Omuz silkti. Sonra ‘Hiç mi hatırlamıyorsun isimlerini?’ dedim. Karmen ‘Ya kırmızılı, kızıllı bir şeydi ama… Yok, net hatırlamıyorum. Kırmızı zümrüt müydü safir miydi öyle bir şey…’ dedi. Gülerek ‘Yok, deve… Kusura bakma da böyle absürt örgüt ismi ne duydum ne gördüm Karmen’ dedim. O da güldü. ‘Haklısın haklı olmasına fakat aylar geçmiş üstünden. Bir de çok üzerinde durmamıştım bu konunun. Yoksa hafızam iyidir, bilirsin.’ dedi. ‘Öyledir öyledir bilmez miyim? (!)’ ‘Sarp, bak bozuşmayalım haa!’ dedi. En sevimli halimle ‘Takılıyorum Karmen boş ver sen beni.’ dedim. Gözlerini devirdi. O arada Pınar kapıyı çalıp içeri girdi. Uzun zamandır görüşememiştik onunla. Pınar da bizim -tabii daha çok Karmen’in- asistanımızdı. Yalnız daha önce de anlattığım gibi burada ast üst ilişkisinden çok arkadaşlık ilişkisi hâkimdi. Bu sayede Pınar ile aramız çok iyiydi. Selamlaşıp kucaklaştık. Biraz havadan sudan konuştuk. Bana geçmiş olsun dileklerini iletti. Ardından hemen konumuza döndük. Karmen biz konuşurken dosyaları incelemişti bile. Pınar elinde bir paket daha getirmişti. Soran gözlerle baktığımı görünce ‘Bunu da kanıt odasından getirttim. Bu Karmen’e yollanan mermi…’ dedi. Aceleyle ‘Çıkartsana bir bakalım. Uyuşup uyuşmadığından emin oluruz.’ dedim. Pınar paketten çıkarttığı şeffaf poşetin içindeki mermiyi masaya koydu. Aynı kırmızı renk, aynı kalibre…’ Bunun üstüne Karmen’e dönerek ‘Eee kimmiş bunlar?’ dedim. ‘Kızıl Yakut diye bir örgütlermiş. Başında -adından anlaşılacağı üzere- Yakut lakaplı bir adam var.’ ‘Belalılık dereceleri ne âlemde peki?’ Pınar söze karıştı. ‘Hiç iç açıcı olduğunu zannetmiyorum. Son on iki-on üç olayda bu heriflerin ismini duyduk.’ Karmen sordu ‘Hangi derecedendi bu olaylar? Sistemdeki girişleri nereden yapılmış?’ dedi. ‘Onu direkt söyleyemem. Ufak bir tarama yapmam gerekir.’ dedi. ‘İşini hallettiğin gibi gel tamam mı? Kaybedecek vakit yok.’ dedim. ‘Tamam, hiç merak etmeyin.’ dedi. Yanımızdan ayrıldı.

      Karmen dirseklerini masasına ellerini de yanağına koymuş somurtuyordu. Küçük, şirin, tatlı bir kız çocuğu gibiydi. Konuşmaya başladığı an yine sarsılmaz kadın imajına büründü. ‘Böyle olacağını biliyorduk. Elbette bu yolda başımıza bir sürü dert açılacaktı. Yine de bu kadar erken olabileceğini düşünmemiştim.’ dedi. ‘Yalan yok ben de sanmazdım. İyi tarafından bakarsak doğru yoldayız. Düşünsene birileri yaptığımız şeylerden o kadar rahatsız ki belgelerimizi çalıyor yetmiyor bizi ölümle tehdit ediyor. Bu da bir şeydir.’ dedim. Karmen ‘Evet, arı kovanına çomak soktuğumuzu anladım. Tabii senin tuzun da kuru. Tehdit edilmiyoruz. Farkındaysan ben tehdit ediliyorum.’ dedi. ‘Aaa hiç olur mu anca beraber kanca beraber Karmen.’dedim. Yerimden kalkıp ona sarılmaya gittim. ‘Of sululuğun üstünde yine Sarp… Çekil sırnaşma. İşin gücün yok mu? Hadi canım seninkiler seni bekler.’ dedi. ‘Öyle olsun. Ne yapayım giderim ben de. Ama sandığın gibi uzağa değil. Civardayım yine. Önlemleri de arttıracağım biraz.’ dedim. Karmen ‘Tamam tamam nasıl istiyorsan öyle yap yeter ki odamdan çık. Biraz kafa dinleyeyim.’ dedi. ‘Nasıl isterseniz efendim.’ dedim ve odadan çıktım.

* * *

      Henüz birkaç saat geçmişti ki Pınar, Karmen’in acilen beni çağırdığını söyledi. Merakla Karmen’in yanına gittim. Pınar’ın yaptığı taramanın sonuçlarını masasına yaymış, her yeri dağıtmıştı. Ben içeriye girdiğimde kafasını kaldırmadı. ‘Heriflerde ne ararsan var. İşin kötüsü benim sözümün geçmediği insanlarla da çalışıyor. Organize suç örgütü en başında… Sonra şantajcılık, tetikçilik, dolandırıcılık, kaçakçılık… Say say bitmiyor. Liste uzadıkça uzuyor. Ve öğrendiğime göre yer altı dünyasında bu işlerin her birinde adeta bir dünya markasıymış.’ dedi. ‘Epey kötüymüş.’ diyebildim. Pınar ‘Bu şu ana dek aldığımız en karanlık iş.’ dedi. Karmen’in gözleri parladı. Muhtemelen bir fikri vardı. ‘Bu adamlara karşı sahada hiç şansımız yok Sarp. Adamlar yıllardır bu işlerin içinde. Ama biz ayakta kalmak zorunda olan yeni bir kurumuz. Bence gidip konuşmayı, uzlaşmayı deneyelim. Muhakkak yumuşak bir karınları vardır. Belki birkaç aylık minik bir barış anlaşması imzalayabiliriz. Temelli olması imkânsız gibi görünüyor. Kim bilir o bile olabilir. Onları ne kadar çaresiz bıraktığımıza bağlı…’ dedi. ‘Karmen, delirdin mi sen? Daha az önce pis işlerde dünya markası diyordun onlara. O tiplerin seninle aynı masaya oturacak kadar medeni olduğunu mu zannediyorsun? Seni buldukları yerde öldürürler. Nasıl bu derece vurdumduymaz olabiliyorsun aklım almıyor. Adamlar sana mermi gönderiyor, seni öldüreceğiz diyorlar. Sen de buyurun öldürün der gibi tıpış tıpış ayaklarına gitmekten bahsediyorsun olacak iş değil. Bana tedbirsiz diyene de bak.’ dedim sinirlice. ‘Bana güven. Kimse kaz gelecek yerden tavuk esirgemez.’ dedi. Başlarım kazına da tavuğuna da diye içimden söylendim.

                                                                                                            * * *

      Yarım saat sonra transporter siyah bir arabanın içinde Karmen ile karşılıklı oturmuş ecelimize doğru yol almaya başlamıştık. Ne dediysem dinlemedi ne anlatmaya çalıştıysam anlamadı. Karmen işte… İlle burnunun dikine gidecek. Tabii önlemlerimi almıştım. Yalnız ne kadar fayda eder onu görecektik. Buluşmaya gittiğimiz adamların insanlıktan azıcık nasiplerini almış olması için dua ediyordum.

 

21 Haziran 2021 Pazartesi

BİZİM İÇİN ÖL

 

Karmen: Parlak kırmızı


BÖLÜM 4

      Şu an bulunduğumuz bu bina çok amaçlı olarak kullanılıyordu. Sorgu odalarımız, toplantı odalarımız, koca bir kütüphanemiz, arşivimiz, irili ufaklı pek çok ofisimiz, yemekhanemiz, tam teşekküllü revirimiz, hatta küçük bir laboratuarımız bile vardı. Karmen ve ben buradaki hiyerarşiyi oluşturmak için epey emek vermiştik. Kolay olmamıştı. Bünyemizde iki ana dal vardı: Saha çalışanları ve ofis çalışanları. Ben sahayla ilgilenirdim Karmen’se ofisle… Saha için ayrı bir yerleşkemiz vardı. Ben genelde orada olurdum. Düzeni sıfırdan kurarken Karmen öyle kuralcıydı ki bazen beni çileden çıkartıyordu. Her şeyi kitabına uygun yapmak istiyordu. Ama ne kadar haklı olduğunu sonradan anladım. Onun sayesinde politik açıdan hiç hezimete uğramadık. Karmen’in bayıldığı bir hukuk konseyi vardı. Konseydeki kişileri mülakatla bizzat kendisi seçmişti. Yedi avukat yanılmıyorsam sekiz hâkim ve dört tane savcıdan oluşan bu ekip oldukça donanımlıydı. Yer yer sözü açılınca ne kadar başarılı işler yaptıklarından uzun uzun bahsederdi. İşte bu konsey bizim kemik kadromuz sayılırdı. Onlar zamanında saatlerce çalışarak tüm hamlelerimizi kanuna ve tüzüğe uygun hale getirmişlerdi. Başka bir deyişle anayasadaki çatlakları bulup bunu lehimize çevirmişlerdi. Yani bu konsey üyeleri kurumdaki en hatırı sayılır insanlardır desem yeridir. Örneğin hepimizin bildiği gibi alıkoymak bir suçtur. Ama eğer şahsı kendi evinde alıkoymayı başarırsanız bu suç teşkil etmez. Çünkü yasalar şahsa ait bir konutun sizin egemenlik sahanızda olabileceğini kabul etmez. Bu tarz ufacık oyunlar bizi her daim bir sıfır öne geçirmiştir. Üstelik tahmin edeceğiniz gibi değerli arkadaşlarımız bunu babalarının hayrına yapmıyor. Onlarda diğer tüm arkadaşlarımız gibi gayet göz dolduran maaşların yanında, ek mesai ücretleri, aklınıza hayalinize gelmeyecek her çeşit sigorta, türlü türlü gelecek güvenceleri alıyor. Ve en önemlisi onlara peşinden gitmeye değer bir amaç veriyoruz. Anlayacağınız altları kuru, karınları tok böylece kurumumuza maksimum katkı sağlayabiliyorlar. Bünyemizde bu bahsettiğim hukuk kadrosu dışında eğitim, finans, sağlık, ticaret, hizmet, turizm, ulaştırma ve haberleşme alanında pek çok kişiyle omuz omuza çalışıyoruz. Dışarıdan bakıldığında son derece gayri resmi görünen kurumumuz aslına bakıldığında son derece resmidir.

               * * *

      Bütün bunlar dışında Karmen ve ben vakit kazanmak için yerleşkelerimizde kalıyoruz. Çatı katı iki binamızda da bize aittir. Her ikisinde karşılıklı iki odamız ve ortada da aynı şekilde tasarlanmış sade, nezih bir salonumuz bulunur. Karmen dün burada kalmam için ısrar etmişti. Aslında öteki yerleşkeye gitmem gerekirdi. Eminim beni bekleyen tonla iş vardı. Fakat onu kıramadım elbette halim de yoktu onca yol tepmeye. İkinci binamız şehir dışına yakındı. Karmen ile saha çalışanları için özel olarak seçmiştik. Devasa bir bahçesi vardı oranın. Neyse burada kalmıştım işte. Karmen pazar dâhil her gün 06.30’da uyanır. Hep yapacak daha fazla işi vardır çünkü. Başkalarının çok çalışmasını istiyorsan önce sen çok çalışmalısın der. Haksız da sayılmaz hani.

       Bacağımın ağrısı beni uyandırdığında saat 05.45’ti. Uyumak için çabaladım ama uyuyamayacağımı anlayınca yatağımda doğruldum. Onu beklemeye başladım. Çünkü uyanıp giyindikten sonra hemen yanıma gelip biraz daha dinlenmem gerektiğini söyleyecekti. Saat 06.45 olduğu gibi odama damladı. ‘Günaydın, kalkmıyorsun tamam mı?’ dedi. Kırmızı bir takım giymişti. Saçlarını da zahmetsizce topuz yapmıştı. ‘Kalkmazsam nasıl beraber kahvaltı yapacağız?’ diye sordum. ‘Yapmayız olur biter. Dinlenmen lazım. İyi görünmüyorsun.’ dedi. Kızarak ‘Karmen ne zamandır oturup iki çift laf etmedik. Onu geçtim hani konuşacaktık. Zaten böyle anlaştık ya. Yoksa bana kahvaltıyı fazla mı görüyorsun?’ dedim. ‘Sen de hep mazlumu oyna hep!’ diye sitem etti. Sonra ‘Anlaştık biliyorum ama sen iyi hissettiğine emin misin? Şu haline bak bir.’ dedi. ‘Hadi hadi iyiyim ben, sen hep ne dersin vakit nakittir uzatmayalım.’ dedim. Gönülsüzce ‘Peki istediğin gibi olsun.’ dedi.

               * * *

      Odamdan çıktım bir de göreyim masa bin bir şeyle donatılmıştı. Anlaşılan Karmen bana kıyak yapmıştı. Çünkü o genelde basit ve hızlı tüketilen yiyecekler tercih ederdi. Masaya oturdum. Karmen söze başladı. ‘Eee anlat bakalım benim bir numaralı adamım, projemin ortağı ve can dostum canını niye bu şekilde tehlikeye atıyor? Sarp nasıl böyle bir gaflete düştün aklım almıyor. Tatlım, emrinde yüzlercesi var. Her işi kendin halletmek zorunda değilsin. Kendimden bildiğim için söylüyorum. Her şeye yetişmek imkânsız.’ dedi. Karmen’le tartışmak zordu. Eğer haklıysa bunu kabul ettirir daha sonra istemediği şeyin tekrarlanmaması için güvence alırdı. Yine de bu konuşmanın bir dost sohbeti olmayacağını önceden kestirmiştim. Şansımı denedim ‘Karmen, her şey birden gelişti. Başta önemli bir iş olduğu için ben halletmek istedim. Ama sonra işler sarpa sardı.’ dedim. Karmen ciddiyetle devam etti. ‘Sarp, bak bizim sana ihtiyacımız var anlıyor musun? Ölseydin ne olacaktı? O kadar çok kan kaybetmişsin ki buraya ulaşman bir mucize olmuş. Sahaya inme otur oturduğun yerde demiyorum. Tabii ki in orada çalışacak arkadaşlarımızı yetiştiriyorsun. Ama tedbirsiz işlerden nefret ederim biliyorsun. Koca bir haberleşme ağına boşuna mı para döktüm yani. Ufacık bir verici sinyaliyle bizimkileri harekete geçirebilirdin. Neden yapmadın?’ dedi. Derin bir nefes aldım. ‘Endişelerini anlıyorum Karmen. Gerçekten sana hak da veriyorum. Ama işler her zaman tereyağından kıl çeker gibi ilerlemiyor. Konseyin geçen aylarda bahsettiği köstebek olayını hatırlıyor musun? Hani sunucularımızdan yüklü miktarda dijital belge çalınmıştı.’ dedim. ‘Evet evet, unutmak ne mümkün rüyalarıma giriyor bazen.’ dedi. ‘Hah işte o işe bulaşan heriflerden birini tespit ettik. Bir iki kez elimizden kaçırdık. Sonunda elde etmek istedikleri bir doküman olduğunu öğrendik. Dokümanı satar gibi yapıp herifi yakalayacaktık. Her şeyi ayarladık. Ama adam gelmedi. Öyle olunca çocukları buluşma yerinin etrafına yaydım. Şüphelinin yakınlarda olduğunu biliyordum. Çünkü daha önce telefonlarını dinlemiştik. Civarda bir buluşmaları daha vardı. Şifreli konuştukları için yeri saptayamamıştık ama adam bizim olduğumuz yere çok yakın olduğunu söylemişti. Bizimkilere oldukça güvendiğimden herkesi tek yolladım. Bu sayede adamı bulma şansımız artacaktı. Muhtemelen o ara sinyal kesici kullandılar bizimkilerle bu yüzden haberleşemedim. Bir süre sonra önümde sürekli arkasına bakarak yürüyen siyah şapkalı birini gördüm. Elinde bir sırt çantası vardı. Blöf yaparak dur kaçma dedim. Adam koşmaya başladı. Peşinden ben de… Zaten aramızda çok mesafe yoktu. Zıplayıp üstüne atladım. Beraber yuvarlandık. Bir müddet sokağın orta yerinde boğuştuk. Sonra ben onu güç bela daha sote bir yere sürükledim. Bu arada hala kavga ediyorduk. O sıra bir sızı hissettim bacağımda ama çok kötü değildi. O hengâmede yaramın ciddiyetine varamadım. Kafama sağlam bir darbe alınca da dünya dönmeye başladı. Fırsat bulup  silahımı çekene kadar herif yeniden kaçmaya başladı. Gerisini zaten bildiğini düşünüyorum. Arkadaşlardan dinlemişsindir.’ Karmen ‘Evet, sonrasını biliyorum. Ucuz yırtmışsın. Şu hırsız herifleri bir yakalasak... Çok önemli bilgiler vardı o kayıtlarda. Bir dahakine bu tarz işleri masa başında bitirebilir miyiz ona bakalım. Senden bir tane var Sarp. Seni kaybetmeyi göze alamam.’ dedi. ‘Teşekkürler Karmen, ben de seni seviyorum.' Karmen 'Uff dalga geçme.' dedi. ‘Ha bir de şuna bak.’ diyerek cebimden 9 mm’lik kırmızıyı çıkarttım. Karmen donakaldı ‘Sarp, bu… Bu o.’ dedi. ‘Ben de bildiğini düşünmüştüm Karmen.’

 DEVAM EDECEK

20 Haziran 2021 Pazar

BİZİM İÇİN ÖL

 

Karmen kırmızısı
BÖLÜM 3

      Bacağımdaki sargı benzeri şey çoktan işlevini yitirmişti. Birden ayaklandığım için yaramdan yine kan sızmaya başladığını hissettim. Üstüne her bastığımda keskin bir sızı duyuyordum. Tabii baş ağrımı da unutmamak lazım... Hafif topallayarak dar, loş koridorda yürümeye devam ettim. Silahı ileriye doğrultmuştum. İçeride geniz yakan iğrenç ekşi bir koku vardı. Duvarlar rutubetten kabarmış yer yer dökülmüştü. Floresanların soluk ışığı tek ışık kaynağıydı. Görünürde başka hiçbir şey yoktu. Koridor bitti. Şimdi önümde biraz daha genişçe bir oda vardı. Önce kulak kabartıp dinledim. Çıt çıkmıyordu. Sağımı solumu hızlıca kontrol edip odaya girdim. Bu da neydi şimdi? Burası mutfaktan bozma depo tarzı bir yerdi. Sağda iki üç tane kırık dökük mutfak dolabı vardı. Solda da alabildiğine ıvır zıvır… Ha bir de ön tarafa bakan bir pencere… Karton kutular, naylon poşetler, bozuk elektrikli eşyalar, miladını doldurmuş birkaç mobilya… Anlam veremedim. Ceketimin cebinden eldivenlerimi çıkarıp giydim. Eşyaları üstünkörü eşeledim, bir şey bulamadım. Mutfak dolaplarını karıştırdım orada da kayda değer bir şey yoktu. Odanın tek penceresinin önüne gittim. Yılların birikmiş pisliği vardı sanki üstünde. Camı açtım kaçmaya uygun olup olmadığına baktım. Hemen yanda balkonu olan bir bina vardı. Balkonun yanındaysa bir direk… Valla kaçmak için biçilmiş kaftanmış dedim içimden. Camı kapattım şu eşya yığını yine gözüme ilişti. Bir umut tekrardan karıştırmaya başladım. Çeri çöpü yığından ayırdım ama hala kıpırdatmadığım eşyalar vardı. Kocaman vitrinin arkasına bakmaya yeltendim. Eşek ölüsüydü mübarek. Zorla ittirip arkasına baktım bir şey çıkmadı. Leş gibi bir kanepe vardı. Oraya bakmak hiç içimden gelmedi. Pişman olmamak için hadi bakayım dedim. Üstünde dev anası bir radyoyla tarihi eser bir süpürge vardı. Onları çektikten sonra kanepeyi kaldırıp içine baktım. İrkildim bırakıverdim. ‘Hay size dee, sizin yapacağınız işe dee… Allah bin türlü belanızı versin.’ dedim. Birden çok korktum ya bu benim aradığım adamsa… ‘Hayır, hayır, hayır yalvarırım öyle olmasın.’ diye inledim. Anında tekrar açtım. Ne vardı bilin. Daha bu sabah takıştığım izbandutlardan birinin cansız bedeni… İki seksen uzanmıştı it. Hem de şu kafamı yaran şerefsizdi bu. Beni tehdit ettiği şekilde öldürülmüştü. Kafasına tek kurşun sıkmışlardı. Derin bir oh çektim. Peşinde olduğum adamın hayatı hala benim elimdeydi. Sözümü tutmak için şansım vardı. Kanepe kapanmasın diye araya az önce kenara koyduğum radyoyu sıkıştırdım. El yordamıyla adamın üstünü aradım, ceplerini karıştırdım. Silah, kimlik, cüzdan, para gibi hiçbir şey yoktu. Yolun sonu… Burada işim kalmamıştı. Bizimkilere ulaşıp ulaşamadığımı tekrar kontrol ettim. Ses seda yoktu. Zaten tüm işlerimizi planlı yapardık. Bu yüzden onların başlarının çaresine bakacağını biliyordum. Çoktan dağılıp uzaklaşmış olmalıydılar. İşin kötüsü ne dolaplar döndüğünü anlayamamıştım üstüne bir de şu ceset eklenmişti. İzbandutların irisine ne olmuştu? Diğerini ne diye öldürdüler? Hangi konuda anlaşamadılar? Mermi kimin silahından ateşlendi? Kırmızı kovan cevap değil daha çok soru getirmişti. Adamım nereye kaçmıştı, nerede saklanıyordu? Acaba çoktan ölmüş müydü yoksa hayatta mıydı? Bütün bu soruları boş vermek zorunda kaldım.  Bacağım beni öldürüyordu. Bir an önce güvenli bir yere gidip tedavi olmak istiyordum. Seke seke bu garip yerden çıktım. Çıktığımda gözüm kamaştı. İçerinin ne kadar karanlık ve loş olduğunu bir kez daha kavradım. Tilki ve kürkçü dükkanını bilirsiniz. Ben de kürkçü dükkanıma doğru yola koyuldum.

* * *

      Tökezleye tökezleye binamızın önüne geldiğimde kapıdaki arkadaşlar koşup yetişti. ‘Sarp iyi misin? Bu ne hal böyle?’ dedi biri. Diğeri de ‘Hemen reviri hazırlatıyorum.’ dedi. Bense ‘Yok yok iyiyim. Karmen burada mı?’ dedim. O da ‘Burada burada önemli bir görüşmesi vardı yukarıda odasındadır.’ dedi.   Ben içeriye girince koşuşturmaca başladı. Tekerlekli sandalye getirip beni oturttular. Normalde hiç sevmem böyle ilgi odağı olmayı herkes bilir bunu. Çünkü canım yanmaz benim öyle bir imajım vardır. Hani derler ya kötüye bir şey olmaz iyiyi de Allah korur hah tam o tipim ben işte. Demek ki halim harap görünüyordu. Yoksa teklif dahi etmezler kızacağımı biliyorlardır. Bir iki kere tamam abartmayın demeye çalıştıysam da dinletemedim. Revire gittik doktorumuza göründük. Kan takviyesi aldım. Kafama ve bacağıma birkaç dikiş atıldı. O ara başımdan geçenlerin bir kısmını kısaca anlattım.

       Karmen’in odasına giderken yolda gördüğüm arkadaşlarla selamlaştım, konuştum. Nihayet odaya vardığımda kapıda takım elbiseli üç adam gördüm. Hayret bizim Karmen görmeyeli koruma mı almıştı? Şaşırdım. Beni tanıyorlardır diye düşünüp kapıya davrandım. Hödüklerden biri ‘Şşş beyefendi giremezsiniz şu an müsait değil içerisi.’ dedi. Ne yani ben evim saydığım bu yerde kırk yıllık dostumun, ortağımın yanında böyle mi karşılanacaktım? Tepem attı. ‘Sarp ben, söyle adamlarına yolumdan çekilsinler uslu uslu. Nelerle uğraştım zaten tüm gün bir de senle uğraşamayacağım. Karmen söylemedi mi size bana tüm kapılar açılır burada.’ diye gürledim. Adam benden bir baş uzundu aşağı bakarak cevap verdi ‘Bak kimsin, nesin bilmiyorum ama bu kapı içeriden açılana kadar kimseyi içeri sokmam ben. Aldığım emirler belli. Zor kullandırtma bize şimdi. İkile hadi.’ dedi. Sesim iyice yükselmişti ‘Bana bak fena olur haa çekil önümden, yıkıl karşımdan hadisene.’ diye bağırdım. Tam adamla birbirimize kafa göz dalmaya hazırlanıyorduk ki Karmen hışımla kapıyı açtı. Beni görünce önce şaşırdı çatılan kaşlarını indirdi sonra biraz sitemle ‘Aaa Sarp ne yapıyorsun canım? Görüşmedeyim.’ dedi. Gülüşüp sarıldık. Özlemişim bu kadını. Zaten ne zaman göremesem özlerim. Kendini özletmeyi bilir. Karmen beni eliyle odaya buyur etti. Odaya girmek için hamle yaptığımda korumalardan biri yolumu kesip ‘Başkası giremez. Efendimiz içeride.’ dedi. Karmen buyurgan bir sesle ‘Kuzum, o başkası değil ki o Sarp.’ dedi. Koluma girdi içeriye geçtik. İçeride orta yaşlarda düzgün giyimli bir adam vardı. Gergin olduğu her halinden belliydi. Elindeki mendille sürekli alnındaki boncuk terleri siliyordu. Karmen, bana adamın karşısındaki koltuğu göstererek ‘Buyur, tatlım kapıdakiler adına beni affet.’ dedi. ‘Lafı bile olmaz Karmen, senin bir suçun yok.’ dedim. Adamla göz gözeydik. En azından gözlerimiz aynı hizadaydı. Fakat herif gözlerini habire kaçırdığından göz teması söz konusu değildi. Karmen sohbetine devam etti ‘Eveet, nerede kalmıştık Cüneyt Bey? Haa en son beni ikna etmeye çalışıyordunuz. Babanızı öldürüp servetine konmamıştınız değil mi? Ya da Ağva’daki otelinizin ortağını dolandırmamıştınız? Hımm başka başka ne vardı konuştuğumuz? Ha bir de şey vergi ve insan kaçakçılığı, kara para aklama falan. Ne basit geliyor kulağa değil mi böyle söyleyince?’ dedi. Cüneyt kem küm ederek ‘Efendim her şey anlattığım gibi oldu. Valla yemin ediyorum. Babam ecelinden öldü. Ortağıma hiç öyle şey yapar mıyım? O beni dolandırdı. Mağdur benim asıl. Vergi, vergi…Şey…eee. İnsanlara yardım edeyim demiştim parayla değil ha hayrım olsun demiştim. Kara para falan bilmem ben hiç. O neymiş?’ dedi. Ama adam bariz ecel terleri döküyordu. Karmen iyice sıkıştırdı ‘Öyle mi Cüneyt Bey? Nefesinizi boşa harcamayın arzu ederseniz. Önümde gördüğünüz kalın dosyada yediğiniz haltlar tüm ayrıntılarıyla kayıtlı. Görgü tanıkları, video ve ses kayıtları, nokta atışı tarihler, yerler, kişiler… Ve sakın korkmayın biz son derece adaletli bir kurumuz. Hak ettiğinizi bulacağınızdan emin olabilirsiniz. Sizi asla hayal kırıklığına uğratmak istemeyiz sonuçta.’ dedi. Adam baktı bu böyle olmayacak işi çirkefliğe vurdu. Başladı konuşmaya ‘Siz kim oluyorsunuz da bana ahkâm kesebiliyorsunuz? Bu ne cüret! Bu ülkenin polisi, askeri, devleti, yasası, yargısı yok mu kardeşim? Oh ne ala her aklına gelen yargı dağıtsın. Yok öyle yağma! Çalıştım didindim koca bir servet edindim. Nasıl yaptımsa yaptım. Çaldım çırptım diyelim sizi ne ilgilendirir. Onu da sizin gibi çapulculara yedirtmem.’ dedi. Hâlbuki Karmen’in nerelerde kulağı nerelerde gözü olduğunu en iyi bilenlerden biriydi eminim. Karmen’in nüfuzu o kadar güçlü ve sarsılmazdı ki bazen ben bile şaşırıyordum. Adam bilmeden Karmen’in en nefret ettiği şeyi yapmıştı: Otoritesini sorgulamak. Karmen oturduğu yerden kalktı. Sakinleşmek için bir iki kez soluk alıp verdi. Eminim işe yaramamıştı. Gözleri alev saçıyordu. Adamın başında volta atmaya başladı. Yüksek ve kızgın bir sesle ‘Cüneyt, ne kadar üzeceksin beni daha? Biliyorsun üzülünce sinirleniyorum sinirlenince seni üzüyorum. Daha önce sen beni yine bu şekilde sorguladın peki ne oldu? İyi olmadı. Seni üzmemem için çabalamaya ne dersin Cüneyt. Akıl almaz sorularına gelirsek birincisi olmaz olur mu bu ülkede yasa gırla elbette ama nedense uygulamada hep bir aksaklık bir sorun… Biliyor musun? Ben deli oluyorum aksaklıklara. Hak verirsin ki hepsini de tek başıma çözemiyorum. Bu nedenle arkadaşlarla kafa kafaya verdik bu şekilde. Ve sen hesap vereceğim kişiler arasında yer almıyorsun bile.  İkincisi bu söylediklerin de kanıt niteliğinde bu nedenle dosyaya eklenecek haberin olsun cicim. Üçüncüsü benim işimi zorlaştırma adam şimdiye dek tatlı tatlı konuştuk. Ama senin dilinden konuşmasını da biliyorum gerçi sen bunu zaten biliyorsun. Değil mi? Bir de senin servetin benimkinin yanında üç beş kuruş bir şey avam herif senin kirli parana sulanacak kadar düşmedim. Ayağını denk al. Bizim sisteme bir kere düşen ettiğini bulmadan çıkamaz kulağına küpe olsun. Şimdi defol git. Sakın unutma zamanı geldiğinde cehennemin dibine bile gitsen biz seni bulur getiririz.’ dedi. Adam tıpış tıpış odadan çıktı. Kıpkırmızıydı. Karmen’e göz ucuyla bile bakamadı.

       Karmen içindeki öfkeyi kusup biraz rahatlamıştı. Bana döndü ‘Nasıl alçaklarla uğraşıyoruz görüyor musun?’ dedi. ‘Görmez miyim Karmen?’ dedim. Gülümsedi. Koltuğumun koluna oturdu. Alnımdaki yarayı elledi fısıldar gibi sessizce ‘Zor bir günmüş.’ dedi. ‘Kolay bir günümüz mü var?’ dedim. Sarıldık bir süre öylece oturduk. ‘Bugün sormadın.’ dedi Karmen. ‘Hay hay sorayım: Hala sözünü tutuyor musun?’ dedim. Şevkle ‘Tutuyorum.’ dedi. ‘Bir gün vazgeçersen haberim olsun.’ dedim. Karmen kıkırdayarak ‘İlk senin haberin olur.’ dedi. Vedalaştık. Yarın stratejilerimizi gözden geçirmek üzere ayrıldık.

19 Haziran 2021 Cumartesi

BİZİM İÇİN ÖL

 

9 mm'lik kırmızı

 BÖLÜM 2

      Karşımda iki tane izbandut buldum. Şaşkınlığımı gizleyemedim. O zaman avım nereye kaybolmuştu. Ama bu öteki ihtimalden çok daha iyiydi. Demek bu tipler sandığımdan daha hızlı damlamıştı olay yerine. Kana bulanmış üst başıma rağmen az tehditkâr görünmeye çalışarak ‘Selam, ağabeyler kime baktınız?’ dedim. İrinin de irisi at hırsızı herif ‘O nerede?’ diye sordu. Anlaşılan oyalanmaya niyetleri yoktu. Yanındaki diğer hapishane kaçkını da dişlerini sıkarak ‘Cevap ver.’ diye gürledi. Soğuk metal namlu alnımdaydı şimdi. Kartlarımı açık oynamaya karar verdim. Biraz gayriihtiyarî yere çöktüm oturdum zira halim falan kalmamıştı. ‘Ağabeyler ben de onu arıyordum. Tam kıstırdığımı zannederken kaybettim.’ dedim. İzbandut kükredi ‘Yalan söyleme bak, dağıtırım beynini haa!’ Bu mankafalarda da kas kütlesi ve beyin fonksiyonları ters orantılı olarak değişiyor. Allah’ın beyinsizleri… En uzlaşmacı tavrımı takınıp ‘Ağabeycim hiç olur mu öyle şey? Valla bak yemin ederim böyle oldu. Hem kafama dayamışsın tabancayı nasıl yalan söyleyeyim?’ dedim. Herifçioğlu ikna olur gibi oldu. Bağırarak ‘Ne tarafa gitti o zaman? Seni ne ilgilendiriyor bu herif? Bir adamla başa çıkamamışsın üstelik şu haline bak iyi benzetmiş seni.’ dedi.  Ben de ‘En son buradan dümdüz gidiyordu ağabey. Valla öyle kişisel ufak bir husumet…’ dedim. Diğeri ekledi hemen ‘Önemli bir işimiz olmasaydı sana yapacağımızı bilirdik biz.’ Boşluğuma geldi ‘Başka bahara ağabeycim, sözüm olsun.’ deyiverdim. Herif kabzayı kafama geçirdi. Her yer kan revan yine… Görüşüm bulanıklaştı. Ekran karardı. Oracığa yığıldım kaldım. Daha fazla da çabalamadım zaten.

 * * *

       Ben hayatımda daha huzurlu bir uykuya dalmamıştım sanırım. Onca kan kaybettikten sonra bu ufak şekerleme hiç fena olmamıştı. Tabii bilincimi kaybetmek suretiyle gerçekleşmişti bu ama olsun. Rüya bile gördüm. Sonra tiz bir kadın sesi ‘Beyefendi, beyefendi duyuyor musunuz? İyi misiniz?’ dedi. Bir başka ses ‘Kızım, ölmüş mü yaa Mervee bir şey söylesene?’dedi. Tiz ses ‘Ne bileyim ben be! Cimcikleme beni hayret bir şey!’ dedi. Başka ses ‘Merve salak mısın? İki tokat çak adamı bir sars bakalım uyanacak mı?’dedi. Diğer tiz ses ‘Ayy Jale saçmalama istersen adamın haline bak ne halde. Dur nabzına bakalım bari. Ölmüş mü acaba ya? Ay bulamadım nabzını.  Aradın mı ambulansı?’ Başka ses ’Yoo aramadım.’ dedi. Tiz ses ‘Jale ara şunu çabuk manyak mısın? Adam öldü ölecek.’ Başka ses ‘Aman iyi üff arıyorum. Bak böyle yapacaksın beyefendiciim, beyfendiciiim, şşş aloo uyansana be…’ Tiz ses ‘Dürtükleme adamı ya ne yaptığını zannediyorsun? İç kanaması falan bir şeyi vardır. Bir katil olmadığın kalmıştı onu da yapmış olursun. Dokunma herife ya. Jalee bak alacağım ayağımın altına haa.’ O ara gaipten gelen bu diyalogları ciddi ciddi duymaya başladım. Zar zor da olsa ‘Sarsma ulan!’ diye bağırdım. Kızlar bir irkildi sustu. Sonra şu çenesi düşük olan başladı konuşmaya ‘Bu da sana kapak olsun Mervee.’ Merve cevap verdi ‘Jale bak çıldırtma beni. Su mu bir şey var mı çantanda? Adamcağıza verelim.’ Jale ‘Antrenmanım var bu akşam veremem, at gibi susarım ben biliyorsun.’ dedi. Merve ‘Allah’ım aklıma mukayyet ol. Kızım ver şu çantayı.’ dedi. Merve atıldı çantayı kapıp suyu bana uzattı. Bir yandan da ‘Hiç merak etmeyin ambulansı ve polisi aradık az sonra gelirler.’ dedi. Suyu içerken boğazımda kaldı. Öksür öksür öldüm. Nefes nefese ‘Yok ya polise ambulansa ne gerek var. Siz onu bırakın da kalkmama yardım edin lütfen.’ dedim. Israrcı olunca bana omuz verip ilerideki banka taşıdılar. Her şey için teşekkür ettim siz gidin artık dedim. Merve ‘İyi de halinize bir bakın ekipler bir gelsin tedavi olur derdinizi anlatırsınız. İyi olur hem.’ dedi. Düşününce hiç de iyi olmazdı aslında. Ruhsatsız bir tabancam ve başıma açtığım bin bir bela vardı tabii her şey yüce bir şey uğrunaydı yine de bu suçsuz olduğum anlamına gelmiyordu. Konuyu değiştirdim ‘Islak veya kuru mendiliniz var mı acaba? Elimi yüzümü bir temizleyeyim. Malumunuz berbat durumdayım.’ Jale ‘Al al bunları da al. Bir bunlar kalmıştı zaten.’ diyerek mendilleri önüme attı. Merve ‘Seninle görüşeceğiz. İyisin hoşsun ama bazen ne oluyor sana bilmiyorum.’ dedi. Diğeri ofladı. Ben de vücudumdaki görünen kısımları dikkat çekmeyecek kadar temizlemeyi başardım. ‘Hadi selametle o zaman. Hakkınızı ödeyemem sağ olun.’ dedim. Merve ‘Olur mu öyle ya ambulansı bekleseydik.’ dedi. Bense bir an önce oradan sıvışmak istiyordum. ‘Olur canım ne olacak? İyiyim kardeşim bak turp gibiyim. Hadi işinize gücünüze bakın siz de. Ee hadi!’ dedim. Kızlar pek tatmin olmadı ama tamam deyip yavaş yavaş uzaklaştılar. Gündüz vakti bu halde birini görmek kolay olmasa gerekti. İyiyim falan deyip kızları sepetlemiştim. Fakat bitmiş durumdaydım. Galon galon kan kaybetmiş gibi hissediyordum. Bacağımdaki yaraya iyi bir müdahale gerekiyordu. Hiç derdim yokmuş gibi bir de alnımda bir yarık vardı. Genel olarak dakik ve kontrolcü biri olduğum için yaklaşık kırk beş dakika baygın kaldığımı biliyordum. Aradığım herif şimdi kim bilir hangi deliğe girmişti. Bulamazdım artık onu. Ama her daim şanslı bir pislik olduğum için şansımı denemeye karar verdim. Sahi tabancam yerinde miydi? Hemen baktım, evet oradaydı. Çok şükür, izbandutlar harbi ahmak çıkmıştı. Yoksa hangi geri zekâlı şüphelinin cebini yoklamaz ki… Önce herifimi gözden yitirdiğim bu sokağa bakacaktım. Etrafı kolaçan ederek ilerledim. Kapıları, pencereleri, depo girişlerini yokladım. Fos çıktı bir şey yok derken bir mermi kovanı buldum. Ama öyle alelade bir mermi kovanı değil. Kırmızı renkli 9 mm’lik… İçimde bir adrenalin hissettim. Bu silah ben baygınken ateşlenmiş olmalıydı. Bu peşinde olduğum adamın silahından mıydı yoksa dangalak kendi arkadaşlarına da mı mimlenmişti? Bunu bilmiyordum. İlkinin doğru olmasını diledim. Etrafa bakındım. Merminin oralarda tek bir aralık kapı vardı. Kilit zorlanmamıştı. Silahımı elime aldım, kapıyı yavaşça itekleyip içeri girdim. Yeniden başlıyorduk. Tek fark bu sefer enerjimi gerçekten isabetli kullanmam gerektiğiydi.

DEVAM EDECEK


17 Haziran 2021 Perşembe

BİZİM İÇİN ÖL

 

    Hassas içerik ya da her neyse

    

      BÖLÜM 1

      Koştum, koştum, koştum… Bırakın soluklanmayı nefes almaya bile vakit yoktu. Adi herif tabana kuvvet kaçarken var gücümle onu takip ediyordum. Bir de baktım ki bacağımda kahrolası bir kesik var ve oluk oluk kanıyor. Adrenalinden olsa gerek geç fark etmiştim. Ve kramplar başladı.  Sonrasında da halsizlik… Başım dönüyordu. Adam görüş alanımdan çıkıyordu. Bir şeyler yapmalı, bir şeyler yapmalı… Bizimkilerle iletişimi de kaybetmiştim. İstediğim ne varsa aldım ben bu hep böyle oldu bundan sonra da böyle olacaktı. O şerefsiz benden böyle kurtulamayacaktı. Cadde epey kalabalıktı. Biraz ötede bir yangın merdiveni gördüm. Kilitliydi. Ceketimden glock tabancamı çıkarıp hemen susturucuyu taktım. Nişan almakta biraz sorun yaşadım ellerim titriyordu. Kilide bir el ateş ettim. Ses yankılandı. Birkaç meraklı göz benim olduğum tarafa döndü. Hiç oralı olmadım. Gözlerim kararıyordu. Seri biçimde merdivenleri çıktım. Bacağım beni yarı yolda bırakmak için çabalıyordu. Silahı ceketime koyup etrafta bacağıma baskı uygulamak için bir çaput aradım. Yoktu, yoktu, yoktu. Kahretsin! Kan kaybı tüm enerjimi alıp götürmüştü. Elimle bastırmayı denedim. Şimdi de her yerim kan olmuştu. Şiddetle karıncalanıyor ve kaşınıyordu. Canım çok yanıyordu. Son bir kuvvetle çatıdan aşağıdaki adamımı gözledim. Beş altı bina ilerideydi. Beni arkasında göremeyince koşmayı bırakmıştı. O an çatıdan aşağıya salınmış bir ilan gördüm. Çakımı çıkarttım ilanın iplerini kestim. Özensizce ve hızlıca keserek uygun boyutlara getirmeye çalıştım. Bacağıma turnike yaptığım gibi fırladım. Şimdi aramızda sekiz dokuz bina vardı. Kaçamayacaktı, izin vermeyecektim. İlk binayla aramızda yarım metre vardı, zıpladım. Ağırlık merkezimi öne kaydırdım ve yuvarlandım. Takla atıp ayağa kalktım. İkinci, üçüncü… Bacağımdan akan kanlar yüzünden ayağım kaydı. Dengemi kaybettim. Yüzükoyun diğer çatıya kapaklandım. Yine de tam zamanında ellerimi koymuştum. Güçlükle doğruldum. Bir otelin üstündeydim. Yan tarafındaki balkonlardan birine indim. Sonra ona tutunup bir diğerine bıraktım kendimi. Beşinci, altıncı… Binanın birinin giriş saçaklarının üstüne atladım. Yerden o kadar yüksekte değildim şimdi. Bacağım zonkluyordu. Beni dinç tutan tek şey hırs ve öfkeydi. Binaları sırayla geride bırakırken hedefin durduğunu gördüm. Cebinden bir şey çıkarttı, ne olduğunu anlamadım. Kulağına götürdü. Andaval herif, büyük bir hata yapmıştı. Neşelenmiştim az kalsın bacağımı unutacaktım. Ama ne mümkün! Konuşa konuşa ana caddenin uzağındaki ara sokaklara yöneldi. Ensesindeydim. Arayı kapatmıştım ve avantajlı bir duruma geçmiştim. Bu aşağılık adamı kendi hesabımızı görmeden kimsenin eline bırakmayacaktım. Ancak ondan sonra peşindeki itlerle boğuşabilirdi. Zaten o namussuzlar da verici sinyalini aldığı gibi damlardı buraya, yani az vaktim kalmıştı. Üstelik bizimkiler ortalıkta görünmüyordu. Sokağın gölgeleri içinde silahımı iki elimle tuttum yere doğrultarak ilerlemeye başladım. Seri ama emin adımlarla ilerliyordum. Avımla aramdaki takip mesafesine azami dikkat ediyordum. Topuğuna sıkabilirdim tam şu an. Canım istemedi yapmadım. Onun yerine dolanıp önüne çıkmak onu şoke etmek istedim. Sola saptım buradan doğrudan önüne çıkabilirdim. Daha önce yaptığım keşifler sayesinde bu ara sokaklara hâkimdim. Tam önüne çıkmak üzereydim şimdi. Bacağımı neredeyse unuttum heyecandan. Kalbim deli gibi atıyordu. Tüm sorunların kaynağına o kadar yakındım ki… Ve köşeyi döndüm. Silahımı kaldırdım. Kimse yoktu. Hay aksi! Şimdi ayvayı yedim. Üstüne bacağıma korkunç bir kramp girdi. İki büklüm oldum. Arkamdan bir sürgü sesi geldi. Mermi namluya yerleşmişti ve hedef bendim. Aklıma tüküreyim. Salaklık etmiştim. Arkamı döndüm ellerimi kaldırdım.

ARKASI YARIN


                                            

     

15 Haziran 2021 Salı

DEVRİM

 

Hızlı, nitelikli, geniş kapsamlı değişim: DEVRİM


         Bu aslında oynanmak için yazılıp daha sonra, bahtsızlığından olsa gerek, rafa kalkan bir tiyatro metnidir. Sahne tozu yutamamıştır bu yüzden boynu büküktür. Ve bu nedenle 'okunmak üzere yazılmış tiyatro eseri' grubuna istemeden dahil olmuş bulunmaktadır. Çokça eleştirdiğim Abdülhak Hamit Tarhan'a selam olsun.

         Teknik de üslup da amatör olup tavsiyelerinize sonuna dek açıktır. Keyifli okumalar dilerim. İstek ve görüşlerinizi belirtmekten çekinmeyiniz.


BİR ANNE DEVRİMİ


SAHNE1

(Baba ve iki çocuk salonda oturmaktadır. Kız çocuk yere oturmuş proje ödeviyle, herhangi bir maketle, uğraşmaktadır.) (Anne o sırada çamaşır sepetini salona getirir.)

Melek(Anne):Kızım hadi bir yardım ediver çabuk bitsin işim. (Yorgun bir şekilde yalvarır.)(Hafif kambur durmaktadır ve sorarken kaşlarını kaldırır.) (İşim kelimesini nispeten daha yüksek sesle söyler.)

Nisa(Kız Çocuk):Anne, anneciğim daha önce de söyledim ya (Sesi birden yükselir ve hırçınlaşır.)çamaşır dürmenin sadece senin işin olmadığını. (Annesine dik dik bakar ve kollarını kavuşturur.)(Artık proje ödeviyle uğraşmayı bırakmıştır.) Aynı şekilde sadece benim de değil. (Kendini göstererek söyler ve erkek kardeşine kötü kötü bakar.)

Melek(Anne):Eee biz yapmazsak kime kalacak bu işler? (Biraz sitem ederek soruyu sorar.)(Ellerini beline koymuştur.)

Nisa(Kız Çocuk):Anne yapmayalım demiyorum ki başkaları da yapsın diyorum. (Kızgın kızgın el kol hareketleriyle hızlıca söyler.) Mesela Yiğit kendininkileri katlayıp yerleştirsin yerine eline yapışacak sanki! (Yiğidi eliyle göstererek söyler.) (Kaşlarını çatmıştır.) Dün bir belgeselde bile hayvanlar görev dağılımı yapmıştı ya. (Artık bağırıyordur.) Mirketti onlar biliyor musun? Afrika faresi resmen… (Yine el kol hareketleri yapmaya başlamıştır.)

Melek(Anne):Hadi be! Elin faresi bile diyorsun… 

(Şaşırmıştır ve kafasını aşağı yukarı sallar .) (Sesi git gide fısıltıya dönüşür.)

Nisa(Kız Çocuk):(Ani bir şekilde bağırır.) Aynen öyle diyorum. Elin Afrikalı faresi 2O santimlik boyuyla sorumluluk bilinci taşıyor. Benim hem akla hem içgüdüye sahip değerli kardeşim ve sevgili babam hiç tınlamıyor. (Kardeşine ve babasına dönmüş onları göstererek heyecanlı bir biçimde bunları söylemektedir.)

Melek(Anne):İyi söyledin hoş söyledin ama söylediklerini üstüne alınan yok baksana! (Nisa’nın coşkusu anneye de geçmiştir.) (Eliyle eşini ve çocuğunu işaret eder.)(Kızının söylediklerini biraz daha düşünmek için kollarını arkada birleştirir ve ileri geri volta atmaya başlar.) (Düşünceli olduğunu belirtmek için zaman zaman kaşlarını çatar zaman zaman gözlerini kısar.)

Nisa(Kız Çocuk):Benceee (Son heceyi uzatarak söyler.) bu kadar düşünmene gerek yok. Çünkü sen resmen acil durum yönetmek için yaratılmışsın. Tüm bu işlere tek başına göğüs germenin bir sorun olduğuna kanaat getirdiysen ortak paydada buluştuk demektir. Ve artık tek yapman gereken soruna çözüm bulmak sevgili anneciğim. (Bütün bunları annesinin gittiği yönlere kafasını çevirerek tek nefeste söyler. Çünkü annesi hala volta atmaktadır.)(Söyleyeceklerini bitirdiğinde derin bir nefes alır ama buna değdiğini düşünür.) (Kurnazca sırıtır ve ellerini ovuşturur.)

Melek(Anne):Ayy! İçim şişti yeter sus! Deminden beri konuşup duruyorsun! (Biraz duraksar sonra kızına döner ve gülümser.) Aslında harika bir geçici çözüm buldum. (Sesini yükseltir fakat bağırmaz.) (Sesi yorgun ve kararsızdır.)

Nisa(Kız Çocuk):Nedir? (Oturduğu yerden kalkar ve koltuğa geçer.)(Başını dirseğine dayar ve neşeli bir biçimde sorar.)

Melek(Anne):Nisa, çamaşırları sen halledeceksin! (Kesin ve kararlı söyler.)(Söylerken kızın işaret eder.)

Nisa(Kız Çocuk):A,a,ama anne. ('ama' kelimesini kekeleyerek söylemiştir.)(İtiraz etmeye çalışmıştır.) 

Melek(Anne):Ben gerçekten iyi bir acil durum yöneticisiyim. Kolay gelsin. Hem kızların işidir bu. (Bir çırpıda övünerek söyler.) (Ellerini yeniden arkasında bağlamıştır.) (Odadan çıkar.) (Nisa çaresiz çamaşırları dürmeye başlar.)


SAHNE2

(Melek kızgınca süpürge yapmaktadır. Muzaffer kanepede gazete okumaktadır. Çocuklar ortalarda yoktur. Melek sert hareketlerle süpürmeye devam ederken kocasının oturduğu koltuğun önünün süpürmek için davranır. Muzaffer güç bela ayaklarını süpürgeden kurtarır. (Ayağından terlikleri fırlar.)

Muzaffer (Baba):(Adam canını zor kurtarmış gibi bir sesle) Aman hanım yapma etme oldu olacak beni de ala süpürgenin içine! Senin şu canavardan paçayı zor kurtardım ya. (Böyle dedikten sonra can havliyle havaya kaldırdığı ayaklarından fırlayan terlikleri almak için kalkar. Sonra yerine geri oturur.) Hem bütün tozları kaldırıyorsun astımım azıyor. (Olmuyor böyle der gibi başını sallar.) (Bağırmamıştır.)

Melek(Anne):Bana bağırma Muzaffer! Sanki içine girsen nolucak! Senin için her yer aynı ha şu tozlu süpürge ha o kanepe ne fark eder? Bir de toz kaldırma diyorsun demek sağda solda uçuşup dursalar işine gelecek sanki. Doğru doğru nerede olduğun önemli değil senin ha mutfak ha oturma odası. (Elini beline koymuş bağıra bağıra bunları söyler. Arada da sesini orantısız biçimde yükseltir çünkü süpürge sesinin kendi sesini bastırdığını düşünür.)(Söylediği son cümleden sonra kendi iç dünyasına gömülür.) (Eşi onunla konuşmaya çalışırken o kendi kendine sesli düşünür.)

Muzaffer (Baba):Niye bağırıyorsun? Ne dedim de bunca şey söyledin. Üstelik neresi tozlu bu kanepenin mis gibi kanepe valla. (İki kolunu arkaya atar, kanepede gerinir.) Haa bir de o elektrikli canavarını ayaklarımdan uzak tut. Ama ben hala bana niçin bağırdığını anlamadım doğrusu. (Kesin bir tonda gülümseyerek söyler, eliyle süpürgeyi gösterir.) (Sonra soran gözlerle eşine bakar.)

Melek(Anne):Önlük hiç fena durmaz sen de. Kaç yemek pişirebiliyordun sen? Hamarat mısın? Kalk bakayım ayağa. (Elini çenesine koymuş düşünmekte ve bu soruları sormaktaydı.)(En sonunda eşine ayağa kalkması için işaret yapar, sonra eliyle eşini döndürür. Şöyle bir süzer.) Güzel üstelik mutfak dolaplarına da rahatlıkla ulaşabilirsin. (Mutluluktan ellerini çırptı.) Bekle hemen geliyorum (Bir koşu mutfağa gitti. Elinde bir mutfak önlüğüyle geri geldi. ) (Seri bir şekilde eşi itiraz edemeden önlüğü ona giydirdi. Bir yandan da aralıksız şunları tekrarladı: Dolmalar, sarmalar, börekler, çörekler…

Muzaffer (Baba):(Bu esnada ne olduğunu anlamayan Muzaffer şaşkın bir surat ifadesiyle) Yoksa gün mü var yakınlarda? Ama önlük herhalde yanlış kişide bilindiği üzere evimizin en iyi aşçısı sensin.(Çıkarmaya yeltenir.)

Melek(Anne):Aaa bir daha duymayayım bunları, kendini neden küçümsüyorsun? (Küçük bir çocukla konuşur gibi abartılı söylemiştir.) Dur dur çıkarma hemen seni daha önce hiç bu kadar yakışıklı gördüğümü hatırlamıyorum. Bakmaya doyamadım. Mükemmel bir şey bu! (Oyun havası çalıyormuş gibi oynamaya başlar.)

Muzaffer (Baba):Eeehh ne dediğin belli değil ne giydirdiğin belli değil sıkıldım. Gidiyorum ben. (Önlüğü bir çırpıda çıkarır.) (Sahneyi hızlı adımlarla terk eder.)

Melek(Anne):(Kocasının yerine kurulur. Ellerini onun gibi arkaya atar .) Kısa ve güzel bir rüyaydı. Tabii yalnızca şimdilik … (Melek koltukta oturmaya devam ederken perde sonlanır.)

 

 SAHNE3

(Yiğit oyun kolunu eline almış, televizyon karşısına oturmuş oflaya puflaya ve bağıra çağıra oyun oynamaktadır. Nisa odaya girer. Kanepenin ucuna her an kalkacakmış gibi oturur. Elinde telefonu vardır. Telefonu elinden bırakır.)

Nisa(Kız Çocuk):Yiğit naber? Bunu mu oynuyorsun yine! Bak ne diyeceğim seninle bir anlaşma yapalım. (Nisa kollarını birleştirmiş kardeşinin oyun konsolunun önünde yürümeye başlamıştır.)

Yiğit (Erkek Çocuk):Çekil be önümden, rahat bırak beni! Off. Al işte yaa yandım. (Oyun kolunu elinden fırlatır.) Oldukça mutsuzdur. Ablası önünden geçerken kafasını sağa sola uzatarak ekranı görmeye çalışır. En sonunda oyunda yanar ve öfkeli bir şekilde son cümleyi söyler.)

Nisa(Kız Çocuk):İyi ya beni daha dikkatli dinlersin sen de. Ev işlerini paylaşmayı talep ediyorum. (Artık durmuştur. Kollarını hala aynı şekilde tutmaktadır. Ve kardeşine bakar.)

Yiğit (Erkek Çocuk):Ne gibi ev işleri? (Ellerini göbeğinin üzerinde birleştirir. Yatar vaziyette koltukta oturduğu için yavaş yavaş koltuktan kaymaktadır.)Çünkü ben zaten bakkala gidiyorum üstüne üstlük her gün bir de çöpü çıkarıyorum. Daha ne istiyorsun ki benden!(Umursamaz bir tavrı vardır. Son cümleyi söylerken biraz doğrulur.

Nisa(Kız Çocuk):Daha ne mi istiyorum? Kimyasal atıklar kadar tehlikeli kokuşmuş çoraplarını sağa sola bırakmamanı istiyorum. Ya da annemle ben sofrayı hazırlarken televizyonun başına kurulmamanı istiyorum Veya en azından odan her zaman nükleer bomba atılmış gibi görünmesin. Ne bileyim? Öyle çok şey var ki senden istediğim.

Yiğit (Erkek Çocuk): Abla Allah aşkına bir git. Hepsi sonuçta yapılıyor ya kimin yaptığının ne önemi var. Yemek mi yapayım, çamaşır mı sereyim, cam mı sileyim yani! Sen durup durup neden işleri karıştırıyorsun. Bak her şey tıkırında. Herkes olması gereken yerde yapması gereken şeyi yapıyor. Hem kızlar ne zamandan beri erkeklerin işlerine karışır oldular. (Oldukça normal bir şekilde, kıpırtısız söyler.)

Nisa(Kız Çocuk): Haa demek öyle aferin sana aferin anneme de söyle bunları. Herhalde bu sunmak üzere olduğum barış antlaşmasının kesin reddedildiğini gösteriyor.

Yiğit (Erkek Çocuk):Evet ablacığım ayneen ( Bu kelimeyi uzatarak söyler.) Aynen öyle.

Nisa(Kız Çocuk):Öyleyse zaferimi zor yollardan kazanacağım seni gıcık çocuk. Hep keçinin tekiydin sen.


SAHNE 4

(Karakterler ailecek yemek masasına oturmuştur. Sofra, önlerinde hazır bulunmaktadır. Melek masaya koyduğu tencereden aileye çorba servisi yapmaktadır.)

Nisa(Kız Çocuk):Söylediğim şeyler hakkında bir daha düşündün mü? (Annesine bakarak sorar.)

Melek(Anne):Tabağını ver (Kızının sorduğu soruyu duymazdan gelir. Sert bir şekilde bunu söyler. Bir süre herkes sessiz sakin yemeğini yer. Daha sonra anne yüksek sesle ) Herkes çorbalarını bitirdiyse sizinle önemli bir konu hakkında konuşmak istiyorum.(Aile fertlerine tek tek bakar ve oturuşunu dikleştirir.) Ama bundan önce Yiğit tabakları kaldır bakayım. Nisa sen de masayı sil. Sahi işlerinizi bitirince birer tane kâğıt kalem getirin. Hadi oğlum kalk kalk kalk!

Yiğit (Erkek Çocuk):Abla beğendin mi yaptığını! (Nisa’ya öfke dolu bakışlar atar.)

Nisa(Kız Çocuk):Beğenmek ne kelime bayıldım (Kıs kıs güler. Oh olsun der gibi bakar.)(Çocuklar verilen görevleri yerine getirmeye koyulurlar. Anne ve baba konuşmaya başlar.)

Muzaffer (Baba):Ne konuşacağız acaba? Senin için bu denli ciddi ve kabul edilemez şeyin ne olduğunu merak ettim. İkimizin arasında bir şeyse çocukları karıştırmayalım. (Kibarca ve alttan alan bir tavırla söyler.)

Melek(Anne):Sabırlı ol. Bahsedeceklerim ne senin ne de benim tek başımıza çözebileceği şeyler.(Ciddi söyler.)

Yiğit (Erkek Çocuk):Al anne getirdim. (Kâğıt ve kalemi masaya bırakır sandalyesinin başında biraz duraksar.

Melek(Anne):Teşekkürler çocuklar oturun hadi. (Oturmaları için sandalyeleri işaret eder. Anne monoton ve buyurucu bir sele konuşmaya başlar.) Artık bu evdeki tüm sorumlulukların yalnızca bir kısmını üstleneceğim. (Bir kısmına derken üstüne bastıra bastıra söyler.) Bu evin beraberinde getirdiği bütün yükü eşit olarak omuzlamanın daha mantıklı olduğuna karar verdim.

(Çocuklar tartışmayı sürdürürken anne kâğıda paylaştırmak istediği görevleri yazar.)

(Baba olaya birkaç kez müdahale etmeye çalışır. Anne onu durdur.)

Yiğit (Erkek Çocuk):Anne 20 yıldır hepsini yaptın yaptın şimdi mi dank etti kafana. Ben itiraz ediyorum ya. Alıştırsaydın küçükken napalım! Bu yaşa kadar suya sabuna dokunmamış ben bu yaştan sonra ev işlerine yardım mı edeceğim. (Mutsuz bir şekilde itiraz etmektedir gitgide kaşları çatılır.)

Nisa(Kız Çocuk):Bir sus da kadın sözünü bitirsin. (Azarlayarak söyler) Hem sanki 70 yaşındasın sen. Bu yaştan sonra yapmazmışmış. Hayırdır bilmediğimiz bir rahatsızlığınız mı var? Elden ayaktan mı kesildin! Aman diyim sakın yardım etme Allah korusun incilerin dökülür.(Abartılı ve keskin bir dille yer yer yüzünü buruşturarak söyler.)

Yiğit (Erkek Çocuk):Sana ne ya annemle konuşuyorum ben. (Kestirip atar sana ne oluyor de gibi elini sallar tek kaşını kaldırır omuz silker.)

Nisa(Kız Çocuk):(Derin bir nefes alarak kafasını başka yere çevir.) Off!

Muzaffer (Baba):Tamam, tartışmanız bittiyse anneniz devam etsin zira bu konuşmanın gidişatını merak ediyorum. (Eliyle tartışsan çocuklarını gösterir. Sonra eşine devam etmesi için işaret eder.)

Melek(Anne):Siz hazır tartışırken ben de paylaşılması gereken işleri yazdım. (Kaldığı yerden hiçbir şey olmamış gibi devam eder. Tek fark yüzündeki sırıtmadır.)

Yiğit (Erkek Çocuk):Annee… (Kelimenin heceleri üzerinde vurgu yaparak son heceyi uzatır)

Melek(Anne): Hayır, hayır, hayır… Şu andan itibaren itirazların hepsi yetkili ( eliyle kendini gösterir)merci tarafından reddedildi. Konuşmamı bir daha bölmene izin vermiyorum. (Kâğıdı alarak masadan kalkar, maddeleri okur, parmak sallar.) Maddelerin hepsini okumama izin verin.

Yiğit (Erkek Çocuk): Peki…

Melek(Anne):Tamam başlıyorum. Dikkatli dinleyin. Süpürge yapmak, sofrayı hazırlamak, yemek pişirmek, bulaşıkları yıkamak, çamaşırları makinaya koymak, asmak, katlamak, yerlerine yerleştirmek, cam silmek, toz almak, ortalığı toplamak, bakkala gitmek, çöp atmak.

 

(Bu replikler 5. maddeden itibaren Melek’le eş zamanlı olarak söylenmeye başlanacaktır)  (Çocukların konuşmaları sözlü bir tartışmadan gürültülü bir kavgaya dönüşür. Melek bu yüzden masa etrafındaki dönüşünü hızlandırır. Sesini yükseltir. )

Nisa(Kız Çocuk): Bahse girerim sen bunlardan hiçbirini beceremezsin.

Yiğit (Erkek Çocuk):Bilip bilmeden konuşma sen. Annemi dinle.

Nisa(Kız Çocuk):Pasaklısın yalan mı? Temizlikten ne anlarsın?

Yiğit (Erkek Çocuk):Anlamamam işte yararıma bu, kurtulurum.

Muzaffer (Baba):Yeter ya! Bir okutmadınız.

Yiğit (Erkek Çocuk):Baba sen hiç konuşma ikimizi de yerler.

Nisa(Kız Çocuk):Haklıyız ne zaman gördük işin ucundan tuttuğunuzu.

Muzaffer (Baba): Daha dün yemek pişirdim.

Yiğit (Erkek Çocuk): Ben de daha bugün bakkala gittim.

Nisa(Kız Çocuk):Cam silsenize onun yerine, süpürge yapın. Hep kolay şeyleri yaparsınız.

Muzaffer (Baba):Tamam yemek pişirmek madem kolay artık senin sorumluluğunun…

Nisa(Kız Çocuk):Hayır ya!

Yiğit (Erkek Çocuk):Ona verelim ona.


SAHNE 5

(Bir pazar sabahı Melek eline aldığı iki tencere kapağını birbirine vurarak herkesi uyandırır.)

Yiğit (Erkek Çocuk): Anne ne yapıyorsun ya sabahın köründe!

Muzaffer (Baba):Doya doya uyuduğum bir pazar günüm vardı. Onu da aldın elimden!

Nisa(Kız Çocuk):Anne sahiden ne yapıyorsun?

Melek(Anne):Çalışma saatlerinin uzunluğu ve ek mesai ücretlerinin yokluğu nedeniyle artık grevdeyim. Daha fazla çalışmayı reddediyorum.  Bilin istedim.

14 Haziran 2021 Pazartesi

KAYITSIZ ÇOCUKLUĞUM


 YELKENLER FORA

Çocukluğuma dair yıl sonu fotoğraflarına baktım az önce. Neredeyse her biri birbirinden absürt ve komikti. Biraz da tuhaftı. O yıllarda arkadaşlık yaptığım çocukların hayatımda yalnızca kısa dönemli oyunculuk yaptıklarını yeniden kavradım. Şüphesiz benim varlığım da belirli bir dönemde onlar için figüranlık yerine geçti. Ama onları severdim birlikte yaşattığımız kayıtsız çocukluğum benim için daima hoştu. Küçük meraklı kafalarımızda ne ölümle ilgili metaforik saptamalar vardı ne de engin yaşam felsefemiz. Yarım insancıklardık diyebiliriz yani. Evet; öğrenir, keşfeder, sorar ve çözerdik. Fakat ihtiyaçlarımızdan fazlasını değil. Hayallerimiz gerçek olurdu düşlerimizde mutlaka, bambaşka hayatlar yerine oyuncaklar seçerdik. Yavaş yavaş güya öğrenmemiz gereken şeyleri öğrendik. Leyleklerin bizi getirmediğini, insanların gerçekten kötü ve tehlikeli olabileceğini, zaman denen şeyin su gibi akıp gittiğini öğrendik. Şu an hepimiz farklı küçük dünyalarımızda kendi küçük figüranlarımızı bulduk. Ve oyunlarımızı sergilemeye çoktan başladık bile. Hayatın bitmek bilmez gibi görünen çok perdelik bir tiyatro oyunu olduğunun da farkındayız artık. Minik bedenlerimiz ve tatlı zararsız fikirlerimiz yerini şimdiki bizlere ve büyük fikirlerimize bırakalı epey oluyor. Bu biçime girmeyi biz arzulamadık yaşam arzuladı. Yaşam pek çok konuda acımasız olabilir. Bizi zaman tünelinin sonuna yaklaştırmayı seçen de o. Ancak bazen merhametli de olabilir. Yaşamı engin bir okyanus gibi düşünecek olursak gemiler ufak yaşam parçalarıdır. Ve bizler kendi gemimizin kaptanlarıyızdır. Herkes kendi geleceğine yelken açar. Yaşamın merhametiyse şudur: Yazgımız o engin denizdeki dalgalardır sadece. Ne gemimizin kaptanıdır ne de tayfası. Geleceğimizin yönünü her daim biz çizeriz. Birçok deneyimin barındığı bu yaşam okyanusunda geminizin her daim istediğiniz rotada olması dileğiyle…

Benim kayıtsız çocukluğum
Hangisi benim sizce?

Ve  bonus

Bu da bir başka bonus





13 Haziran 2021 Pazar

YOO DELİRMEDİM HENÜZ




                                                                  20.06.2019               
    Sevgili atlıkarınca sahibine;

Dostum seni seviyorum. Gerçek kahkahaların içinde bir işe sahip olmak herkesin elde edeceği bir şey değildir herhalde. Eğlence hakkında düşününce aklıma ilk gelen sen oldun. Sıkışş bir aptallığı simgelemedikçe atlıkarıncanın dönmesi epey eğlenceli görünüyor uzaktan. Yaz akşamları insanlar sizin parka doluşmaya başlamıştır bile. Evet, insanlar soğuk bir poyrazdan çok ılık bir meltemin eteklerini yırtmasına izin verir hep. Ne bayağılık. İnsanoğlu tamamen aptal… İkisinin verdiği duyguyu tatmamış kişiler seçim yapmamalıdır. Öyle kişileri atlıkarıncana bindirme lütfen çünkü onlar o parıltılı aletin onları neredeyse ruhani bir yolculuğa çıkardığından bihaberdir. Bu kavrayışa erişemeyen insanlar dönme dolap ve atlıkarınca arasındaki ince çizgiyi tümüyle es geçenlerdir. Demem o ki; o türe mensup yaratıklar kendilerini bilmeyenler, bile isteye bilmemekte diretenler ve bilmek bilmemek üstüne hiç düşünmeyenlerdir. Bir gün beni allı pullu atlarıncana bindirirsen bundan büyük onur ve gurur duyacağımı şimdiden belirtmek istiyorum. Yaptığın işe saygım sonsuz. Sen de kafaları ters yöne çalışanlar arasında kazandığın değerli statüyü kaybetmemek için çabala. Aksi takdirde biz saygın atlıkarıncacılar seni çıkardığımız yerden indirmesini de biliriz.

        Atları, atlıkarıncayı, atlıkarıncacıyı, atlıkarıncacıları seven eğlence düşkünü dünyevi bir mahlûk

Adres: Öyle sağda solda gerçek gülücüklerin olduğu her yer
                                                 

EVREN FISILDADI


 

DÜŞMÜŞ İNSAN

Acı çığlıklar gibi yürek yakacak o

Sonsuz bilinmezliğin tek adı olacak

Onun attığı adımlara kimse varamayacak

O Ay’ı kalkan, Güneş’i kılıç yapacak

 

Bunun gibi fısıldanan uğursuz dizeler var kulağımda

Gözlerimde kat kat karanlık bir perde

Dünyamın rüya olduğu, her türlü şeyin son bulduğu

Soğuk nemli beşiğimdeyim

Tıngır mıngır sallanmakta âlemden âleme süzülmekteyim

Sonra beni nazikçe tutup kaldırdılar.

Göğün sonundan aşağı fırlattılar.

Döne döne düştüm, tutuştum ve parladım.

Baktım ki yeryüzünde cürmüm kadar yer yakmadım.